Kendimize gelelim! Aklımızı başımıza alalım. Sonra birileri gibi dövünmeyelim. Memleketi bölme ve satma pahasına düşmanlarla beraber olanlara fırsat vermeyelim. Kim onlarla beraberse onlardan olur. “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” Dünya menfaati geçicidir. Allah korusun; sonra kendisi ve ailesi bile eza ve cefalara uğrar. Bakın Irak’a, Suriye’ye, Libya’ya ve diğerlerine. Onlar demokrasi getireceklerdi. Ama bunları katlettiler, zenginliklerini aldılar, ırz ve namusa saldırdılar. Düşmanlar asla merhamet etmez. Birlik olmalıyız. Müslüman görünümlü münafıklara aldanmamalıyız. Abdülhamid Han’a karşı çıkanlar çok pişman olmuşlar, vatan elden gidince eyvah demişler ama neye yarar?

Müslüman devletleri düşünün. Osmanlı’nın yıkılması sadece kendilerini değil, bütün İslam devletlerini de perişan etmiştir. Çünkü Osmanlı, onların hatta dünyadaki gayr-i müslim de olsa bütün mazlum devletlerin hâmîsi idi. Hilafet buradaydı. Hilafet demek, bütün İslâm devletlerinin beraber olması demekti. Hutbeler halife adına okunur ve Müslümanların bir başı ve hâmîsi olduğu belli olurdu. Bir atasözü vardır hani. Ne güzel anlatır bunu: “Bin işçiye bir başçı lazım.” Gerçekten de öyle. Başsız kalan bir müesseseyi düşünün. Ne olur? Bugün Papa Hristiyan devletlerin birlik ve beraberliğinin simgesi değil midir?

Bütün bunlar bilinçli yapılmıştır: Hilafet kaldırıldı ve İslâm devletleri başsız kaldı. Yazımız değişti ve bütün ilmî birikimlerimiz yok oldu. Şapka ve giyim kuşam kanunu çıktı, tesettürümüz bitirildi. Küfrün işareti olan bu giyime karşı gelenler asıldı. Kur’an yasaklandı ve okutan âlimler idam edildi vb. daha neler...

KİMLERDİ ONLAR?

Bütün bunlar sadece Yahudi, Hristiyan, Ermeni vs. ile mi yapıldı? Yani bu noktaya gelinceye kadar rol oynayanlar sadece bunlar mıydı?

Ne yazık ki sadece onlar değildi. Onlarca Müslüman aydın ve güya milliyetçi, âlim ya da devlet adamı da vardı. Kimi gafletten kimi çekememezlikten kimi de hainlikten dâhil oldular. Başta Abdülhamid Han’a olmak üzere diğer halife ve devlet başkanlarına da yüklendiler. Düşmanla birlik oldular. Hâlbuki Allah c.c. Nisa Suresi’nde şöyle buyurur:

“Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp kâfirleri dost ve sırdaş edinmeyin. Yoksa böyle bir akılsızlıkta bulunup da aleyhinizde Allah’a apaçık bir delil vermek ve O’nun azabını üzerinize çekmek mi istiyorsunuz?” (Nisa 144)

Evet, onlar kendi aleyhlerinde Allah’a açık bir delil verdiler. Şimdi bunlar da aynı delili veriyorlar. Gidip onlarla beraber oluyorlar. Allah mutlaka bunun hesabını sorar.

Bilmezler miydi bu ayeti? Maalesef âlimleri de vardı ve çok iyi biliyorlardı. Ama nefis ve küfrün propagandalarına ve bir de onların ürettiği, kendilerinin de ardına düştüğü yalan ve iftiralara kandılar. Tıpkı şimdiki gibi. Sanki satılmışlar ordusu.

ALLAH’IN DÜŞMANINI DOST EDİNENLER

Koca devlet yıkılıp gitti. Milyonlarca insanın kimileri öldürüldü kimileri aç-sefil sürgün edildi. Kına yaktılar onlar da öyle mi? Hayır anladı çoğu ve itiraf ettiler ama neye yarar? Ba‘de harâbi’l-Basra…

Onların etkili olanları âlim, aydın, idareci ve lider konumunda idi. Hatta fetvada bile varlardı. Bunlar namaz da kılar, oruç da tutardı. Bugün gelinen konumda bütün İslam dünyasının vebalinde ortaktırlar ne yazık ki!

O gün çıkarılan feveranlar bugün de aynen çıkarılmakta. Aynı oyunlar oynanmakta. Sadece aktörler değişti. Eğer buna katılanlar gafletten uyanmazsa ve dünyanın geçici heveslerine aldanırlar, düşmanla beraber olmaya devam ederlerse, bunun cezasını mutlaka acı bir şekilde çekeceklerdir. Bu, dünyada olduğu gibi ahiret hayatında da olacaktır. Zira onlar Allah’ın düşmanları ile beraber olmaktadırlar. Allah’ın düşmanını dost edinmek ise felaketlerin en büyüğüdür:

“Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri yakın dost, sırdaş ve işlerinize vekil edinmeyin!” (Mümtehine 1) 

Şu anda Erdoğan ve ekibine, hasedinden çatlayacak duruma gelmiş onlar gibi adamlar var ve bugün onların yaptıklarını yapanlarla beraberler. İç ve dış düşmanlarla aynı nefesi alıp veriyorlar ve aynı görüşleri paylaşıyorlar.

Safları belli etmelidir. Hiç cami cemaati safında iman etmeyen kimse bulunabilir mi? Ya “Müslümanım” diyen kimse onların safında ne arar? Müslüman, Müslüman’ı uyarır. Ama onu asla düşmana teslim etmez. Allah Rasülü s.a.v. Efendimizin şu mübarek sözlerine kulak vermek lâzım:

“Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez.” (Buhârî, “Mezâlim”, 3; Müslim, “Birr”, 58)

TENKİD VE UYARI

Tenkid ve uyarı ayrı, düşmanı desteklemek ayrı. İstanbul Sözleşmesi’ni, 6284 sayılı yasayı ve LGBT derneklerini hep tenkid ediyor ve uyarıyoruz zaten. Aile ve gençlik elden gidiyor diyoruz. Bunlara el atılmalı tabii. Aile kanunu inancımıza uygun yapılmalı. Tesettür ve hayâmız yeniden kazanılmalı. KADEM akıllı çalışmalı. Aile Bakanlığı da dikkatli olmalı. İnancımız, örf ve adetlerimiz mahvoluyor. Bunlar hep dile getirilecek. İnançlı ilim adamlarından bir heyet kurulmalı bu konular için. Uyanmak gerekir.

PİŞMANLIKLAR

“(O günlerde) ...içeriden ve dışarıdan büyük bir maharetle yürütülen kampanyalar, algı operasyonları, yalan haberler, “Abdülhamid giderse Türkiye kurtulur” inancını güçlendirmektedir. Öyle bir hava ki, Abdülhamid’e taraf olmak; baskıya, şiddete, istibdada taraf olmak, hatta “vatana ihanet” etmek anlamı kazanmıştır. (Şimdi de Erdoğan gitsin diyenleri düşünün. Yabancı düşmanlar aynı diyor, buradakiler de aynısını dile getiriyor.)

...Öte yandan bu isimlerin çoğu İttihad ve Terakki iktidarı ve sonrasını yaşarken, gerçek “istibdat”la tanışacak, Rıza Nur, “Zavallı Hamid kaç kişiyi asmıştı? Hiç… Hele hiç hırsızlık etmedi, hiç fuhuş yapmadı, hiç israfta bulunmadı. Bilakis memlekette bunların önüne geçmeye çalıştı. Bu devre bakınca insan Abdülhamid aleyhine kıyam ettiğine utanıyor” diyecek; 

Ahmed İzzet Paşa, “Şöhret bulduğu derece zalim ve kahredici olmadı… Kimsenin hayatına, rızkına, istikbaline kastı yoktu. Saltanat zamanında işitilen isnadlar, Meşrutiyet’te hiçbir zorlukla karşılaşmadan yapılan araştırma ve soruşturmalar ile doğrulanamadı” görüşüne gelecekti. 

...Bu milletin Sultan II. Abdülhamid’i anlamaya ihtiyacı olduğu kadar, dindar muhaliflerini anlamaya (o günkü gafletlerini) ve bu bağlamda tarihten ders/ibret almaya da ihtiyacı var. (Yavuz Bahadıroğlu, Akit. Erişim Tarihi: 15.12.22)

II. Abdülhamid’e şiddetli muhalefet edenlerden Süleyman Nazif ise pişmanlığını şu dizelerle ifade ediyordu:

Padişahım gelmemişken yâda biz,

İşte geldik senden istimdâda biz,

Öldürürler başlasak feryâda biz,

Hasret olduk eski istibdâda biz.

II. Abdülhamid’e ağır eleştiriler getirenlerden biri de Mehmet Akif Ersoy’du. O da sonraları yazdığı şiirlerinde pişmanlığını dile getirecekti. Buradaki ifadeleri Abdülhamid’e değil diyenler de vardır. Ama ondan bahsederek sanki ‘ gelen gideni arattırır’ şeklinde ifade ediyor diyenler de olmuştur.

Giden semerciyi, derler, bulur muyuz şimdi?

Ya böyle kalfa değil, basbayağı muallimdi.

Nasıl da kadrini vaktiyle bilemedik, tuhaf iş;

Semer değilmiş o rahmetlininki devletmiş! 

İttihatçıların önemli isimlerinden Rıza Tevfik, "Sultan Abdülhamid Han'ın Ruhâniyetinden İstimdat" adlı mersiyesinde pişmanlığını şu mısralarla ifade edecekti: 

Târihler ismini andığı zaman,

Sana hak verecek, ey koca Sultan;

Bizdik utanmadan iftira atan,

Asrın en siyâsî Padişâhına.

İŞTE O GÜNLERDEN BU GÜNLERE BİR ÖRNEK

Meclis Başkanı Said Paşa, Mâbeyin Kâtipliğinden başlayarak çeşitli hizmetlerinde ve yedi defa sadrazamlığında bulunduğu Abdülhamid’in, otuz üç yıllık icraatından onun kadar sorumlu olduğunu unutarak, pek çok iyiliğini gördüğü padişaha karşı cephe almış bulunuyordu. Meclis’te padişaha tahttan çekilme teklifinde bulunulması kararını oylamadan, ayağa kalkarak II. Abdülhamid’in hilâfet ve saltanattan hal‘i kararını oya sundu. Mebuslar ellerini kaldırarak hal‘ kararına katıldıklarını belirttiler. Oylamaya itiraz eden bazı mebuslar da baskı yapılarak susturuldu. Sonunda ittifakla Abdülhamid’in hal‘ine karar verilmiş oldu. (Cevdet Küçük, TDV İslam Ans. Abdülhamid 2)

Sultan Abdülhamid’e yapılan hal‘ tebliği

Sultan Abdülhamid’e hal‘ edildiğine dair tebliği yapan heyet; Ermeni Aram, Laz Arif Hikmet, Selanik Mebusu (her şey çok güzel olacak diyen) Yahudi Emanuel Karasu ve Draç Mebusu Arnavut Esad Toptani’den oluşuyordu. Heyettekilerin neredeyse hiçbiri Türk değildi. 

Şimdi de neredeyse aynı değil mi? Allah onlardan korusun!

DAVAYA GÖNÜL VERMEK

Tam 50 yıl olmuş biz davaya gönül vereli ve mücadeleye başlayalı. Dönüp bakıyorum da pek de kimse kalmamış âdeta yanımızda. Bir yerlere takılıp kalmışlar. Ne o heyecan var ne o gayret var ve ne de dava derdi var. Oturup ağlıyorum gerçekten. Biz bu davayı ne yaptık? Hani arkadaşlarımız? Dünya mı esir aldı yoksa? Allah Rasulü’nün kaçındırmaya çalıştığı o dünya. Âh dünya âh. Yutmadık adam bırakmadın. Ne diyeceğiz Rabbimiz ve Rasulüne? Bakacak yüzümüz var mı acaba?

Geceler boyu münakaşa ederdik daha 15-16 yaşlarında. Küfrü desteklemeyin, nifakı desteklemeyin, diye. Namaz kılıyor ama nifaka oy veriyor. “Kıldığı namazdan bîhaber.” Yani diyor ki; bizi Müslüman değil, sen idare et. Onlar gelince ne yapar? Kur’an kurslarını kapatır, çocuklara Kur’an okutmayı yasaklar, İmam-Hatipleri kapatır, tesettürü yasaklar ve meyhane ile fuhuş yuvaları açar.

‘Senin siyasetle işin ne’ diye kandırmış düşmanlar bizi. Allah Rasülü s.a.v., niye o zaman Medine’ye hicretle birlikte devlet kurmuştu? Ne gereği vardı, uğraşmasa mıydı? Savaşmasa mıydı? Öyle olsaydı bu eşsiz din bize ulaşır mıydı? Bunu idrak etmeyen, hatta ‘oy vermek şirktir’ diyen batıl ve bizi etkisiz bırakmaya çalışan sözler var şimdi. Sonra inancı olmayanlar iktidar olup elinden her şey gidince, eyvah der ama iş işten geçer. Hâlbuki burada insan seçimi var. Allah c.c. sormaz mı, kimi seçtin, diye? Zaten oy vermeyen de onlara çalışır. Onlar teşekkür eder. Bu gaflet ne felâket!

Derdim çok kardeşler hem de pek çok. Yetim kaldı dava. “Bir elimize Güneş’i bir elimize Ay’ı verseler vaz geçmeyeceğimiz dava.” Rehavet kapladı. Bitti sandık görevimiz. Paracıklar tatlı geldi. Güzel garajlı akıllı evler esir aldı. Hele bir de modelli arabalar. Doyulur mu onlara değil mi?

Bir zamanların fakirleri zengin oldu ya da makama oturdu; mücahidleri müteahhit oldu derler ya! Ne yapsın artık fukarayı ve davayı? Güya hizmet edecekti. Üstad Sezai Karakoç’un dediği gibi; ‘Dava için para kazanmaya gidenler bir daha geriye dönmedi.’ Neler yapacaktı neler. Ama kendine ve nesillere neler yaptı neler! Allah c.c. sonumuzu hayreylesin!