20. yüzyılın en büyük medya teorisyeni olarak bilinir, Marshall McLuhan.

Marshall McLuhan “medium is message” önermesi ile yani “araç, mesajdır” derken; “içerik”in öncelik olmaktan çıktığını, yeni çağda önemli olan unsurun “mecra, ortam veya araç” olduğunu savunmuştur. On yıllar öncesinden ortaya konan bu öngörü hiç şüphesiz çok başarılı bir önermedir.

Teknoloji çağında mesajı yerine ulaştırmanın en öncelikli kriteri, mesajı taşıyan araçtır. 

Araç, mesajın başarısı düşünüldüğünde en öncelikli kriterdir. İnternet, yapay zekâ ve arttırılmış gerçeklik çağında, zamanın getirdiği araçları yok sayarak mesajı insanlığa ulaştırma çabası ne yazık ki çok eksik kalmış bir emek demektir. Bu nedenle gelişmeleri iyi takip etmek ve zamanın getirdiği araçlara adapte olarak mesajı kitlelere ulaştırmanın hesabında olmalıyız. 

Televizyon miadını doldurmak üzere. Gazeteler bitme noktasında. Kitap ve radyo kalıcı unsurlardır. Ama dijital; gelecek demek. O nedenle sosyal medyadan Metaverse’ye nerede bir kitle oluşuyorsa orada organize olmalı ve içerik üretmeliyiz.

McLuhan ortaya koyduğu önermede, içeriği önemsizleştirmiyor. İçerik elbette önemli. Fakat dünyanın en kaliteli, en doğru, en güzel içeriğini de üretseniz eğer kitlelerle buluşturamıyorsanız orda bir sukût-ı hayal söz konusu olacaktır. 

Zamanın ruhunu okumak ve ona göre hamle yapmak, ona göre eğitim almak, ona göre gelişebilmek çok elzem hususlardır. Ne için? Kendi kişisel kariyeriniz için olabilir. Ne için? Ülkeniz ve vatanınız için. Ne için? Emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker için. Yani iyiliği tavsiye etmek ve insanları kötülükten çekme gayreti için de bu yeni mecraların kullanılması elzemdir.

Ayrıca şunu da belirtmek lazım. Dijitalleşme dediğimiz şeyin farkına varabilmek çok kritik öneme haizdir. Basın camiasından ele almak lazım gelirse bazı yazarlar, gazetede yazdığı yazının linkini alıp kopyaladıktan sonra bunu Twitter’da paylaşmayı “dijitalleşme” olarak düşünmekte. 

Hayır, öyle olmuyor. Dijitalleşme; her mecraya uygun içerik üretmektir. Her mecranın ruhu farklıdır. Düşüncenizi mecraların formatına uygun bir tarzda ifade edebildiğiniz noktada dijitalleşebilmişsiniz demektir. Misal vermek gerekirse, Twitter’da özel hayatınıza dair fotoğraflar paylaşmanız o mecranın ruhuna uygun değildir. Orada fikir ve düşüncelerinizi yazı ile ifade edersiniz. Instagram’da da daha çok görsellik ön plandadır. O mecrada fikri paylaşım yaparken de o kodları kullanarak bunu ortaya koymalısınız. Dolayısıyla yaş kaç olursa olsun, eğer bir amaç ve hedef varsa biraz esnek olmalı ve gelişmeye açık davranmalı… Öğrenmek… Yaşam boyu.

MEDYANIN KİRLİ POLİTİK PRATİKLERİ

McLuhan, ‘içeriği’ taşıyan aracın önemine vurgu yaparken acaba içeriğin bu süreçlerde pespaye haline geleceğini düşündü mü hiç?

Adı büyük puntolarla yazılan koca haber ajanslarının, haber kanallarının, dijital haber platformlarının küresel güçlerin oyuncağı hâline geleceğini, bu kapsamda içeriklerin yalan ve algıdan ibaret olacağını hiç terazisine koydu mu acaba? 

Bir psikolojik harp yöntemi olarak, bir devlet politikasının taşıyıcısı olarak dijital çağda bu mecraların görevi neydi?

McLuhan’a buradan bildiriyorum. Belki beni duyar, belki duymaz. Göçüp gittiği hayatında kendisine başarılar diliyorum. Fakat bu dünyada işler hiç iç açıcı değil. Araçlar çok çeşitli… İçerikler düzmece ve tamamen algıya dönük çalışıyor.

ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin… Hiç fark etmiyor. Bu devletlere bağlı kamu veya özel çoğu kurum kendi menfaatlerine dönük algı çalışması, dezenformasyon ve manipülasyon yapıyor.

Tabii bu yöntemin en rezil hâli ABD’de pratize edilmekte.

Irak’ın işgalinde ABD medyasının, yalanlar üzerinden dünya kamuoyunu nasıl etkilediğini biliyoruz. Medya âdeta bir meşrulaştırma aracıydı. 

Afganistan’ın, Suriye’nin işgalinde DEAŞ kurgusu üzerinden hangi filmlerin çekildiğini hepimiz izledik.

Mısır’da darbe yapılırken sosyal medyanın almış olduğu pozisyon.

Bununla paralel Türkiye’de Gezi’de yapmış olduğu manipülasyon.

Bu kirli içerik üretim merkezleri, ülke içinde de görev halindeler. ABD kamuoyuna dönük de işlevleri var. Twitter’ı satın alan Musk, belgeleriyle orta koydu, Twitter’ın 2020 seçimlerini nasıl dizayn ettiğini, Biden’ın seçilmesi yönünde hangi kirli tezgâhları kurduğunu. Yani demem o ki hariçten gazel okumuyoruz. Tüm bahsettiklerimiz belgeli fiiliyatlardan ibaret.

Şimdi gelelim son çirkin uygulamaya.

İngiltere merkezli haber ajansı Reuters, bir ilan açtı. İlanda haber ajansı Reuters, Cumhurbaşkanı Erdoğan aleyhine haber ve yorumlar yapacak gazeteciler aradığını söylüyor. Bu kadarına “pes” doğrusu. Hani ne yaptığınızı biliyoruz da bu kadar açıktan olması da ilginç olmuş.

Hani şu tarafsızlık, objektiflik edebiyatında pek mahir olan Batı medyasının bu ilanı; açıkçası “profesyonellikleri” düşünüldüğünde biraz amatör kaçmış. Eskiden daha kılıflı yapıyorlardı bu işleri. Artık ihtiyaç duymuyor örtülü yapmaya. Neden? Kimse yutmuyor da ondan.

Bir medya savaşları varsa artık açıktan yapılıyor.

Ya da bir mücadele varsa, bu savaş; medyalar üzerinden de gerçekleşiyor.

Belki de en çetin savaşlar bu mecrada oluyordur ne dersiniz?

Peki ülkemiz bu ilan karşısında sessiz mi kalacaktı? Tabii ki hayır. 

Türkiye vakarını koruyarak güzel bir duruş sergiledi ve cevabını en güzel şekilde adrese teslim etti. Nasıl mı?

TRT World bir iş ilanıyla misilleme yaptı. İlan şöyle: "Birleşik Krallık hükûmetlerinin art arda gelen koronavirüs salgını, Brexit, küresel ekonomik kriz gibi büyük meydan okumalara yanıt vermekte başarısız olması, İngiliz siyasetini bir karmaşa içine soktu. Kısa süreli İngiliz hükûmetleri, ülkenin geleceğini belirsizlik içinde bırakıyor ve İngiltere'yi Avrupa'dan uzaklaştırıyor. Kraliçe Elizabeth'in ölümüyle birlikte, Orta Çağ'dan kalma bir yönetim biçimi olarak ‘Kraliyet'in modern çağda varlığı tartışmaları hız kazandı. Bu konularda kapsamlı haberler yapabilecek, kalemi kuvvetli muhabirlere ihtiyacımız var."

Tebrikler TRT.

Tebrikler Türkiye.