Değişmeyen tek şey değişimdir, klişesi vardır hani.

Zaman değişir, mekân değişir, şartlar değişir ve insan değişir.

İnsan değişime ve etkileşime açık bir varlıktır.

Farkında olalım ya da olmayalım, esen değişim rüzgârlarından etkileniyoruz.

Bu rüzgâr karşısında durmak, direnmek, kendini korumak pek de mümkün olmuyor.

Her taraftan öyle kuşatıyor ki, bundan kaçmak ve saklanmak imkânsız hâle geliyor.

Burada kastettiğimiz, insanın olumlu manada değişmesi, gelişmesi ve dönüşmesine vesile olabilecek bir değişim değildir.

Aksine insanın duruşunu bozan, onu yerinden koparan, değer yargıları ile çelişik kılan, kimliksiz, bilinçsiz ve aidiyetsizleştiren bir değişimden söz ediyorum.

İnsanın duygusu ile düşüncesini, düşüncesi ile eylemlerini birbirine yabancılaştıran, insanı buhrana sürükleyen bir değişim ve dönüşümden söz ediyorum.   

Bu değişim insanı parçalayan, çoğu defa oradan oraya savuran bir değişimdir.

Söz konusu değişim insanı kendisine, değerlerine ve inancına yabancılaştırıyor ve başkalaştırıyor.

Beslendiği toprağın temel dinamiklerinden uzaklaştırıyor.

İnsanın olmak istediği şey ile olduğu şey, varmak istediği yer ile vardığı yer, inanması gereken değerler ile inandığı değerler arası gitgide açılıyor.

Öyle bir an geliyor ki değişimle başlayan süreç dönüşümle nihayetleniyor.

Ortaya tuhaf bir insan modeli çıkıyor.

Düşünceleri bir tarafta, duyguları başka bir tarafta, eylemleri ise bambaşka bir tarafta yer alan bir insan modeli bu.

Kafası kalbiyle, kalbi eylemleriyle, eylemleri inançlarıyla çelişik bir insan tipolojisi bu.

Bakıyorsunuz, söylemesi gerekeni söylemiyor; söylememesi gerekeni söylüyor.

Bakıyorsunuz, yapması gerekeni yapmıyor; yapmaması gerekeni yapıyor.

Kendisinden beklenmedik tavırlar ortaya koyuyor.

Bunun sebebi, yaşadığı değişim ve dönüşümdür.

İnandığı değerler manzumesi ile çelişik söylem ve eylemeleri, onu rahatsız etmiyor artık.

Kendi şaşılacak vaziyetine şaşırmıyor, kendisinin dönüşümüne şaşıranlara şaşırıyor.

Değişmemek, dönüşmemek ve başkalaşmamak için bir şeyler yapmalı.

İnandığımız gibi yaşamak, inandığımız gibi düşünmek ve eylemek için köklü bir düşünce, temelli bir eylem ortaya koymalı.

Bütün dünyayı tek tipleştirmeye çalışan, bütün farklılıkları yok etmeye uğraşan çağın hâkim düşüncesinin karşısında duracak bir düşünce çıkmalı.

Bunları başaramazsak robotlar gibi tek tip, tek komutla hareket eden sürü hâline gelecek, özgünlüğümüzü ve özgürlüğümüzü yitirecek, her birimiz bir tarafa savrulup gideceğiz.