Ömür tükeniyor dostum.

Dünya dönüyor ve ölüme yaklaşıyorsun.

Ömrün tükeniyor dostum.

Dünyanın acelesi var ama senin hiç acelen yok, ömrün ne olduğunu anlamaya.

Günü kurtarma telaşında olan milyonlardan biri olduğunun farkında mısın dostum? Yaralarını göremeyecek kadar uyuşmuş. Hatta yaraları kabuk bağlamış, alışmış yaşamaya. Yaşamaya alışmak ne tehlikelidir oysa. Öyle derdin, öyle bilirdin. Alışkanlık, kanser gibi yayılır insanın bünyesine, derdin. Hastalıkla yaşamaya, hastalıklı yaşamaya normal bakıyor insanlar. Normalleştiriyor insani olmayanı. Vasat altı, sıradan bile diyemeyeceğimiz bir oyunda kayboluyoruz. Para kazan, harca. Zamanını en hızlı kim tüketecek? Zamanını birbirinin kopyası gibi tüketen insanların sokaklarda, caddelerde, okullarda, iş yerlerinde amansız yarışı. Bu yarışın galibi yok dostum. Kim daha iyi kaybedecek? Evet, bu yarışın adı, kim daha iyi kaybedecek.

Ne Sezai Karakoç’un “yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır” sözü, ne Samuel Beckett’ın “Yenil, yenil, bir daha yenil, daha iyi yenil” sözüyle alakası yok bu yenilginin. Bu, bile bile lades! Ömrünle ledes oynuyorsun.

Ömür tükeniyor dostum.

Kabil’e kar yağıyor. Pekin’deki fabrikalara işçiler koyun sürüleri gibi giriyor. Sudan’da Bara civarındaki çöllerde firavun elması denilen o içi boş bitki çiçekleniyor, Sırplar Mitroviça kıyısında ateş yakıyor, demokratik hakkı olduğunu söyleyen vatandaşlar önüne konulacak, kim olduğunu dahi bilmedikleri adama oy vermek için hınçla bekliyorlar.

Bak, otobüs bekliyor öğrenciler durakta. Bak, yaşlılar ellerinde ücretsiz otobüs kartlarıyla yola çıkıyorlar, belki de bir daha hiç göremeyecekleri dostlarını son kez ziyarete gidiyorlar. Bak! Her ‘bak’ denilen yere bakmaktan boynun, gözün ağrımıyor mu? Gözünün görmesini, gönlünün hissetmesini istediğin ne yaptın? Bak, ömür geçiyor… Bir belediye otobüsü gibi geçiyor. Bir uçak gökyüzünde beyaz bir iz bırakır gibi geçiyor. Bak, herkes düşman Hitler’e. Bak, tüm ikinci dünya savaşlarını konu eden filmler Yahudi katliamını anlatmazsa film sayılmıyor. Bak, ekrandaki senin filmin değil!

Oysa, ‘ne gülüyorsun, anlattığım senin hayatın!’ diye tokat atardı sana söz söyleyenler. Sana söz söyleyemem. Zira, sözlerin çok ötesinde bir yerlerdesin. Tüm aletlerini ipotek ettirmişsin. Aletlerin: Gözlerin, kulakların, dilin, derin, burnun ve en kırıcı olan ise bilincin ipotek altında. Herkesin konuştuğunu konuşmalı, herkesin anlattığını dinlemeli, herkesleşmelisin. Yoksa bu hayata tahammül edemezsin. Başka bir dile taşınmanın bedel istediğini ve meşakkatini biliyorsun. Latince gibi olmaktan, üç beş kişinin konuştuğu bir dilde var olmaktan korkuyorsun. Bu yüzden tüketimin, bitirmenin, harcamanın, yok saymanın, görmezden gelmenin dili olan “herkes” diline ve “herkes” dinine tabi olduktan sonra kaygı duymuyorsun. Kaygı duyacak ne var ki! Her şeyde mana arama! Diyor bu dil sana. Her şeyi kafana takma! Boş ver! Hepsi geçecek, diyor. Sanki başka bir hayatın denemesini yaşıyormuş gibi, deneye deneye tüketiyorsun ömrünü. Ödünç bir hayatı yaşıyorsun da asıl hayatına antrenman yapıyormuş gibi ciddiye almıyorsun yaşadıklarını. Yaşamadıklarını düşünüyorsun zaman zaman... Diyorsun ki; başka bir hayatım var. Bu hayat zaten benim değil. Bu hayat, kolektif. Bu hayat herkesin. Herkes gibi yaşıyorum. Bir gün gelecek ve doğacağım. O zaman kendi hayatım olacak! Sahi, kendi hayatına diyelim ulaştın; bu deneme sürümü gibi yaşadığın hayat senin bilincini esir almayacak mı? Sanki kendin olacaksın…

Yalan yaşar, yanlış ölür, dediğimiz yere yine geldik. Ve bu sözü sana söyleyen kim olursa olsun senin düşmanındır.

Sahi dostum ömür geçerken sen neredeydin?

Ömrün, bozkırın çok çok üzerinde, o mavi gökyüzünde, nereye ait olduğunu bilmediğin bir uçak gibi geçip giderken geriye bıraktığın o beyaz iz de çok geçmeden silinecek.

Kabil’e kar yağıyor, Ankara’da metroya binerken birbirini itiyor yolcular, bir gemi Akdeniz’de suları yara yara gidiyor, Moskova yine soğuk ve ne güzel gülüyor sokakları temizleyen Kırgız çöpçü…

Sanırım tüm aletlerimi toplayıp bozkıra, çöle ya da içerisine girdiğimde sonsuzluğu göreceğim bir mabede gitmeliyim. Bana ait olmayan aletlerim: gözüm, kulağım, burnum, derim, dilim ve haberlerin ve yalanların işgali altındaki bilincimi alıp gitmeliyim çok az insanın bildiği bir dile sığınmalıyım. Tüm bahanelerden uzakta, tüm geçici zaferlerden uzakta, tüm kendini kandırmaların dışında bir yere… Uzlete çekilen bir derviş gibi, kavminin kovduğu bir peygamber gibi çekilmiyorsan bu oyunun kenarına; başlamayacak deneme sürümü dışında var olduğunu zannettiğin hayatın.

Ömür geçiyor dostum; bir başkasının ömrü gibi.