İktisadî düşünce tarihinin odak noktası, İslâm âlim ve düşünürlerinin, kaynağını şer‘î delillerin çizdiği iktisat teorisi hakkındaki düşüncelerini, yaklaşımlarını ve tasavvurlarını incelemek üzerinedir. O halde her bir âlimin düşünce dünyasını incelemek adına yola çıkmadan önce atmamız gereken son bir adım daha kalmıştır. Bu adım da şer‘î deliller çerçevesinde ortaya konan iktisat teorisi anahatlarıyla incelemektir.

İktisat teorisini anahatlarıyla ortaya koymak adına atacağımız dördüncü adım mülkiyet meselesine değinmektir.

Mülkiyet, eşya üzerindeki tek başına tasarruf yetkisi yani bir ayn veya menfaat üzerinde varlığı kabul edilen ve ait olduğu kimseye bizzat faydalanma, bu hakkından vazgeçtiği takdirde ise karşılığını alma yetkisi veren hukukî bir hükümdür. Buna göre mülkiyet eşya (mal) üzerinde söz konusu olabileceği gibi menfaat üzerinde de işlerlik kazanabilmektedir. Misâl olarak bir kişi satın aldığı bir malın sahibi ve maliki olurken, bir kişi kiraladığı bir malın menfatine malik olmaktadır. Mülkiyet hakkının konusunun yalnızca mallar olmayıp, belirli hak ve menfaatler üzerinde de ortaya çıkması, İslâm esaslarının mülkiyet hakkına sosyal bir bakış açısı kazandırmaktadır.

Kur’an-ı Kerîm’de mülkiyet meselesi ile alâkalı ayetlerin üç hüküm çerçevesinde toplanmaktadır.

Ayetlerden bir kısmı, yerlerde ve göklerde olanların hepsinin Allah Teâlâ’ya ait olduğunu ifade ederken, diğer bir kısmı belirli kimselerin elinde ve tasarrunda olmakla birlikte malların topluma ait olduğuna yani toplumun da mallar üzerinde hakkı bulunduğuna dikkat çekmektedir. Son olarak ayetlerden bir diğer kısmı özel kimselerin mülkiyet hakkından, Allah Teâlâ’nın bu kimselere mal verdiğine işaret etmektedir.

Birincisi, herşeyi yoktan var eden Rabbimiz Allah Teâlâ’dır. Rabbimiz herşeyin hakikî mânada mâlikî ve sahibidir.

Haşr Suresi’nin 24. ayetine bakalım,

“O, takdir ettiği gibi yaratan, canlıları örneği olmadan var eden, biçim ve özellik veren Allah’tır. En güzel isimler O’nundur. Göklerdekiler ve yerdekiler hep O’nu tesbih ederler. O üstündür, hikmet sahibidir.”

İkincisi, herşeyin hakikî mâlikî olan Rabbimiz Allah Teâlâ, yerdeki ve gökteki herşeyi insanların istifade etmesi için yaratmıştır.

Bakara Suresi’nin 29. ayetine bakalım,

“Yeryüzünde ne varsa tamamını sizin için yaratan, sonra göğe yönelerek onları, yedi gök olarak tamamlayıp düzene koyan O’dur ve O, her şeyi hakkıyla bilmektedir.”

Üçüncüsü, geçici olan dünya hayatına imtihân vermek için gönderilen ve Allah Teâlâ’nın yeryüzündeki halifesi (hükümranlığının temsilcisi) kılınan insanoğlunun, bu iki hakikatin neticesi mânasında bazı mal ve hakların sahibi olarak bunlar üzerinde tasarruf edebileceği görülmektedir. 

Nûr Suresi’nin 33. ayetine bakalım,

“...Allah’ın size verdiği maldan da onlara verin....”

Bu çerçevede İslâm esaslarının mülkiyet hakkına dair genel bir karakter ortaya koymak mümkündür. İnsanoğlu da dahil olmak üzere bütün varlıklar, yaratıcısı Allah Teâlâ’ya aittir. Allah Teâlâ, varlıklar arasından insanoğlu’nu seçerek onu çeşitli kabiliyetler ile donatmış, hükümranlığını temsil yetkisi vermiş, imtihân vermek üzere dünyaya göndermiştir. Selahiyetsiz bir temsilci halife olamayacağına göre temsilciye (insanoğlu), malı kullanma, faydalanma ve tüketme imkânını kapsayacak şekilde tasarruf yetkisi bahşetmiştir. Tüm bunlardan hareketle denilebilir ki deneme ve temsilcilik vasıflarının bir sonucu olarak insanların nisbî özel mülkiyet hakkı söz konusudur. 

Bunun yanında Kur’an-ı Kerîm’de nisbî özel mülkiyet hakkı çerçevesinde toplum hakkına ve toplumsal refaha dikkat çekilmektedir.

Nisâ Suresi’nin 5. ayetine bakalım,

“Allah’ın geçiminize dayanak kıldığı mallarınızı aklı ermezlere vermeyin; o mallarla onları besleyin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.”

Ayette nisbî özel mülkiyet hakkının toplum hakkı ile ilgisi bulunduğu hakikati belirmektedir ki Allah Teâlâ izin verirse bu çerçeveye gelecek haftalarda servet ve tasarruf başlığı altında değineceğim.