Ömür dediğin nedir ki, kısa bir süre.

İster 20 yıl yaşasın, isterse 120 yıl.

Göz kapayıp açıncaya kadar geçiyor.

Masal değil, gerçek.

Bir varmış, bir yokmuş misali.

İnsan ister kabul etsin isterse etmesin, ister görsün isterse görmemezlikten gelsin; ölüm, bir gerçek ve ondan kaçış yok.

Fakat ölümlü bir varlık olan insan, ölümsüz gibi yaşamayı çok seviyor ve çok istiyor.

Ölüm hakikatini kabullenmek istemiyor.

Ölümü hayattan dışlamak, onu hayatından uzaklaştırmak istiyor; onunla yolunun kesişmesi moralini çok bozuyor.

İstiyor ki ilelebet yaşasın.

İstiyor ki hiç ölmesin.

Ölümle her karşılaştığında beti benzi atıyor insanın, ayakları birbirine dolanıyor.

Ölümü hatırlatan hiçbir şeyi görmek istemiyor.

İstiyor ki ölüm onun muhitine uğramasın.

İstiyor ki ölüm ondan uzak gitsin.

Nedir ölümü bu derece insana soğuk kılan?

Nedir ölümü insana bu kadar yabancılaştıran?

Hayat varsa ölüm de var.

Hayatın, üzerine kurulu olduğu nizam bu.

İster kabul etsin isterse etmesin.

Hayatın kopmaz bir parçası olan ölüm karşısında insanın bu derece yabancılaşması, insanı kendi kendisine de yabancılaştırıyor.

Elbette aslolan yaşamaktır; yaşamak, yaşama tutunmak, yaşam dolu olmak.

Hayat elbette yaşayabilmek için bir mücadele alanıdır.  

Elbette insan yaşamda önüne çıkan sıkıntılara karşı mücadele etmeli, karşılaştığı problemleri aşmak için gayret etmelidir.

Ama bunu ölüme yabancılaşarak yaptığında, kendisine de hakikate de yabancılaşıyor.

İnsanın doğumla başlayan dünya serüveni ölümle nihayete erer.

Zamanın bir deminde doğan insan teki, tekil olarak ölüme gider.

Sevdiklerinden ve kendini sevenlerden ayrılmak zorunda kalır.

Bu ayrılık kolay bir ayrılık değildir hiç şüphesiz.

Ölüm ise bir yok oluş değildir.

İnsan dünyaya ait bir varlık değildir.

İnsan her nedense kendisine ait olmadığı dünyayı kendisine ait kılmaya çalışıyor, dünyaya dört kolla yapışıyor.

Ölümü unutan insan dünyevileşiyor.

Kimin neye inandığını, kimin nasıl yaşadığını, kimin ne tür tercihlerde bulunduğunu sorgulayacak, yargılayacak ya da aşağılayacak hâlimiz yok.

Haddimiz de değil.

Ölüme yabancılaştığımız bir gerçek.

Ölüme yabancılaşan kendi kendisine, hakikate karşı yabancılaşıyor.

İnanan insanların ölüm karşısında yabancılaşması, her şeyi dünyadan müteşekkil zannetmesi ciddi bir sorun olarak karşımızda duruyor.

Ölüm hakikatine karşı yabancılaşmamak için şu nebevi öğüdü aklımızdan hiç çıkarmamamız gerekiyor:

“Ağızların tadını bozan ölümü çokça anın”