Gece, çok sert bir lodos vardı İstanbul’da. Çatı bir inip bir kalkıyordu. Sanki yukarıda devler yürüyordu. Kızlarım korkmasınlar diye bu gürültünün devam edeceğini, rüzgârdan olduğunu kaç kere söyledim. Söylemek kâr etmiyordu, zira çatı sökülüyor gibi inleyip duruyordu. Gözüme uyku girmedi. Sürekli dua ediyordum, inşallah çatı uçmaz, diye. Uyuyamadım, dönüp durdum yatakta. Bir ara mikrofondan gelen sesler duydum. Kızlarımdan biri uyuyamamış, telefonu açmış, herhalde dedim. Meğer televizyonu açmış büyük olan ve o acı haberi izliyormuş…

Adını daha çok türkülerden bildiğim o güzel şehirlerin isimleri arka arkaya zelzeleye uğruyordu. Adıyaman, Antep, Urfa, Maraş, Hatay, Diyarbakır… Evin içine ağıt üzerine ağıt düşüyordu. Aklımda zelzele ayetleri, aklımda göçük altında kalan insanlar, aklımda 99 İstanbul depremi… Afetler insanın dilini lal eder. Kader insanın dilini lal eder. Keder insanın dilini lal eder. Böyle anlarda dirayetli davranan insanların ve kurumların sesine kulak kesilmeyi sanırım bir kırk yıl önce öğrendim. Kim aklıselim konuşuyor, kim insanlara hayırlı bir şey yapmaya çalışıyor, kim ağzını yaya yaya konuşmuyorsa o tarafa bakmalıyım, dedim. Ama o esnada adını andığım her şehirde tanıdığım eş dost arkadaşlarım olduğunu hatırladım. Aklıma kim düşmüşse mesaj yazdım. Neredeyse hepsinden olumlu dönüş oldu. Ama durumların hiç iyi olmadığını da söylediler.

Ekranlara ve sosyal paylaşımlara düşen görüntüler, kış ortasında bir deprem bir ülkeyi nasıl vurursa… Öyleydi işte.

Bir hafta önce Türkmenlerin yoğun olarak yaşadığı Hoy bölgesinde deprem oldu. Bu deprem maalesef bizim basın ve medya kanallarımızda o kadar da haber yapılmadı. Sosyal medyada bazı hesaplar haber yaptı, Kızılay Başkanımız yardım iletmek istediklerini ama İran Kızılay’ının buna izin vermediğini yazdı. Hoy depremindeki görüntülerdeki kadınların ve erkeklerin konuşmalarını Çankırılı bir amcamız rahatça anlayabilir. Zira katıksız bir Türkçe, Türkmen ağzıyla kullanılıyordu. Ağıtları bile Türk dilindeydi. Ve bir ara şunu duydum: Ölü sizin evden çıkmadıysa helva pek tatlıdır.

Bizim evimizden sürekli ölü çıkıyor. Gam yükseliyor. Acı feryatlar geliyor. Ama biliyorum ki dosta düşmana karşı daima dik duruluyor, gururla bakılıyor hayata. Acımızdan âlemi feryat figan yıkmıyoruz.

Ekrana bakıyorum, yardım merkezlerine bakıyorum, insanların yüzlerine bakıyorum… Ha ağladı, ha ağlayacak o tanımadığım ama çok iyi bildiğim insanlar ne kadar da muhteşemler! Dünyanın neresinde bir afet olursa olsun elini cebine, yüreğine atan bu insanlar asla gözlerini kapamak, kulaklarını kapamak için ellerini kullanmıyorlar. Ancak artçı depremler gibi gelen, art niyetli insanlar tutup bu kader günlerinde, bu afet günlerinde işi getirip siyasete bağlıyorlar ki bilmiyorlar iki bin yıllık kaleler bile dayanmıyor depremlere. Evet, tedbir insandan, takdir Allah’tan! Tedbir almayan tüm insanlar suçludur. Ama depremde parçalanmış yolu gösterip yaptıkları yol işte bu! Demek ne ahlak ile ne de muhaliflikle açıklanabilir. Bu kötülüktür.

Afetlerden daha tehlikeli olan, kötülüğe teşne olmaktır. Allah, bizleri kötülüğe teşne kılmasın, kötülüğe teşne olanlarla muhatap etmesin. Neyin doğru, neyin yanlış olduğu zamanla da anlaşılmaz. Zira zamanla olaylar farklı yorumlanır. Ama doğru olanı yalnız Allah bilir. Daha dün çadır kentte kalan muhacirler için üzülüyorduk. Bugün ise depremin oraları vurmadığını görünce hayret, şaşkınlık ve derin bir susku geliyor. Zira bizim iyi dediğimiz de kötü dediğimiz de Allah’ın ve tarihin nazarında başka olabiliyor.

Onca kredi borcuyla, onca zaman harcayarak, onca hayalle alınan evler yerle bir oluyor. O hayali paylaştığımız insanlar bir zelzele ile kopup gidiyor yanımızdan. O yapıları yapanlara kızıyoruz, onları denetlemeyenlere kızıyoruz, hayata kahırlanıyor, kadere sitem ediyoruz, ömrümüzün kırk üç saniyede tamamen değiştiğini görüp beyhudelik gelip köşeye oturuyor.

Ve biz ne dersek diyelim, cenaze evi sizin eviniz değilse helvanın tadı güzeldir. Ama bu ülkenin tüm iyi ve iyi niyetli insanları bilir ki uzaklarda da olsan evin yandı mı ağlarsın! Ve uzaklarda olsak da orada göçen evler bizim, ölen canlar bizim, cenaze bizim cenazemiz; herhangi bir partinin, gurubun, örgütün vs. değil. Kalbimiz zelzele halinde. Uyaranları dikkate almamak insanca değil, inanca da uygun değil. Türkiye sevgisi, insan sevgisi, merhamet, vicdan, fedakârlık ve cesaret tam da bugünlerde belli olur.

Adları türküler kadar güzel şehirler yıkılıyor. Bir bomba düşmeden. Bir afetle yıkılıyor ülkemin en sıcak şehirleri kış ortasında.

Allah, kalplerimizi dondurmasın en çok da afete uğrayan canlarımıza karşı.  İnsan kalmanın, insanca davranmanın bedeli ağırdır. Hele bu topraklarda bedel ödeme bitmez; tabiata, insana, ekonomiye, siyasete, düşmanlara, yaşama… Bedel ödemeyenler az geride dursunlar da cenazemizi kaldıralım, yasımızı tutalım.

Karakışta kara saplanmış bir at kadar mahzunum. Ve lodos var İstanbul’da. Beni üşüten lodos değil; “Maraş Maraş da bu nasıl Maraş/ Al kanlar içinde kaldım gardaş!” diye ünleyen bir türkü…

Ölenlerimize Allah’tan rahmet, yaralılarımıza şifa, depremden her türlü etkilenen canlarımıza sabır diliyorum Mevla’dan.