İnsan garip şekilde kuvvetli geliyor bana kâri. Bunca derdi, bunca kederi ve bunca acıyı taşıyabilecek dünyada başka hiçbir varlık yok. Gücümüz buna nasıl yetiyor inan ki hayret ediyorum.

Bir de şu var ki unutabiliyoruz. Unutmanın bazı durumlarda ihanet olduğunu düşünsem de çoğu zaman bir nimet olduğuna inanıyorum ben. Her acıyı her derdi devamlı ve aynı şiddette hissetseydik, unutamasaydık ne yapardık? Nasıl katlanırdık buna?

Bazıları “unutmak diye bir şey yok” diyor. “Onun adı alışmak” diye de ekliyor. Acıya, kedere, derde ve her ne varsa yakan hiçbiri unutulmuyor da sadece alışıyorsun. Öyle mi bilmiyorum. Zira böylesi bir alışkanlık da acı verir gibi geliyor bana.

Hani anlatırlar ya dervişin birinin yanına bir gün bir genç gelmiş de:

“Efendim” demiş “derdim çok büyük ve artık dayanamıyorum. Ne olur bana bir çare…”

İyice dinlemiş genci derviş. “Eyvallah” demiş “sen yarın yine gel.”

Ertesi gün yine gelmiş genç yine benzer şeyler söylemiş derviş yine aynı cevabı vermiş. Sonra yine ve yine… Günlerce sürmüş bu. En sonunda genç dayanamamış

“Efendim” demiş “günlerdir gelip gidiyorum. Ne olacak böyle? Geçecek mi bu dert?”

“Geçmeyecek” demiş derviş.

“Ya ne olacak?” demiş dertli genç.

“Geçmeyecek ama alışacaksın…”

“Ağlayan insan anlayan insandır” diye yazdığımı hatırlıyorum. Ağlayabilmek de büyük meziyet. Gözden akan yaş ruhu temizliyor sanki. Onun için insan en çok ağladığında saf ve gerçek insana benziyor bence.

Göz ruhun penceresi gibi bence. Gören şey beden değil ruh. Sanki beden bir zindan da içine sıkışıp kalmış insan göz penceresinden dünyayı seyrediyor. Ve oradan akan damla da bir damla sudan farklı, çok farklı.

“Gözyaşı” kelimesi öyle çok da üzerinde düşünülüp bulunmuş bir kelime değil. Bir hikâyesi, bir efsunu yok. “Gözden akan yaşa ne denir? El-cevap gözyaşı denir” demek kadar basit, sıradan.

Eskiler gözyaşı diye bir kelime kullanmıyorlar. Onlar bu kelimenin yerine “eşk” diyorlar. Eşk Farsçadan gelen bir kelime. “Aşk” ile benzerliğinin farkındasınızdır. Duygusal olarak bakarsak mutlaka ve çok büyük bağları var ama dilde yok maalesef. “Aşk” Arap diyarının gülü ve “aşk”ın tutunmak, tutulmak, sarılmak manaları var. Hatta Araplar “sarmaşık” demek için bile aynı kelimeyi kullanıyor. İki kelime birbirleriyle bağlı değilse de gönlünü aşk sarmaşığı saran kişinin en nihayetinde ve mutlaka gözünden “eşk” dökülüveriyor.

“Eşk” her ne kadar tek başına gözyaşı anlamında kullanılıyorsa da genelde bu manayı verenler onu yalnız bırakmıyor. Eşk-i dîde, eşk-i çeşm gibi tabirlerle kullanıyor. “Dîde” de “çeşm” de göz demek aslında. Hatta dilimizdeki “çeşme” kelimesi de buradan geliyor.

Gözyaşından bahsetmişken bugün çok bilinmeyen, bilinse de anlaşılmayan eski bir gelenek geldi hatırıma. Hani “unutmak” demiştim ya. “Alışmak” demiştim. Eskilerin bu geleneği kederi, acıyı ve ayrılığı unutmamak içinmiş.

“Gözyaşı şişeleri” bu bahsettiğim. Eski zamanlarda sevdiği birinden ayrılan ya da sevdiğini kaybeden kadınlar onun acısıyla döktükleri gözyaşlarını cam bir şişenin içinde saklarlarmış. Bir tıpa ile kapatılan bu şişe onlar öldüklerinde mezarlarına dahi konurmuş hatta.

Bir şekilde acılarını unutmuyor ve hatta unutmamak için saklıyorlar yani.

Aşk ile eşkin bir bağı var yani. Gönülden akıp da şişeye bile doluyor.