“Dünyada tesirini kaybetmeyen ne var ki? Bugün sevilen insan yarın unutulabilir.” diyor leylak, aşk ve imkânsızı inci gibi hayat defterine işleyen Kerime Nadir. Gönüllerden silinmeyen ‘ Hıçkırık’ sadece bir gözyaşı ile ağlak kılmıyor insanı, düşündürüyor da. Hayatın gerçeğine direnmenin tadı, tarifsiz bir ruh yarası. Gerçeğini keşfedemeyen insan, bomboş hayallerinin faturasını öder yanlışlarıyla. Rüyadan kareleri, yaşama kesip yapıştırmak bize arzuladığımız sevgi kapısını açmaz. Bilakis hırçın ve asabi kılar. Biraz da dengesiz. İnsanın kendi kalbine ulaşılmazlığı söz konusuysa, bırakın sevginin tesirini orada insanca yaşam mümkün bile değildir. Kalbin anlamak adlı kristal damlalarını paylaşabiliyorsak, seviye teslim olmuşuz demektir.

Hakikatyoksa huzur ufku da yoktur. “Yitik Cennet’te”-“Hakikat bir fecir gibi ancak samimiliği ağar.” demiş. Şair Sezai Karakoç. İnsan samimiyette kendini aramalı, düzeltmeli. Ve vefa adlı makamda olmalı. Ve bu iç tertip sonrası da sevebildiği kadar sevmeli. Ama duracağı yeri bilerek, yanlışa savrulmayarak.

Karşıdaki kişiyikendinden çok düşünüp, onun zarar görmemesi için fedakârlığa rıza gösterdiğinde, kendi kalbi ile anlaşmış olur insan. Kim olursa olsun: Anne – baba, çocuk, eş, sevgili bu üslup ile sevilmeli. Kalp dokunuşu ile sevmektir marifet. Dil ve bedenin yalanları ile beslediğiniz sevgi ağı sizi kandırır. Avunmaya niye ihtiyaç duyar ki insan. Şehir insanı da parklarla avunmuyor mu? Beton yığınlarının arasından, bir parça gökyüzü görmek için cama yaslanmak gibidir oyalayıcı sevgiler.

Şehvet uğruna sevginin paçavraya çevrilmesi sizde de tiksinti hissi uyandırıyordur eminim. Neden şehvet daha ağırlıklı. Modern dünyanın seyri bu. Kitaplar yasak aşkların buseleri, diziler mahremiyetin katli, sosyal medya ise sevgi pazarı. Sevgi rant olarak işlev gördüğünden beri dünyanın her yerinde, kan donduracak sapık zihniyetler hızla çoğalıyor. Güvende değiliz derken, güvensiz olan her şeye hizmet ettiğimizi anlamak dahi istemiyoruz.

Oysa huzur düzgün yaşamın şifresidir. Hepimizin sımsıkı bir huzura ihtiyacı var. Büyük ıstıraplar karşısında, keskin bir soluğa. Bütün renkleri altüst eden bir leylak bahçesi bulup, mavice sevmelerin altını çizmeliyiz. Yani huzurun.

Bir bayan arkadaşım “O kadar sevgiye ihtiyacımız var ki, ruhumuzun okşanmasını o kadar arzu ediyoruz ki belki de hataların bizi yormasına bunun için izin veriyoruz.” demişti. Haklı mıydı? Yorumsuz kalsın bu iç çırpınış…

“Herkesin, bir fincan kahvesini içeceği bir yakını vardır Sevgi. Herkes içini, yalnız içine dökmez.” diyen Oğuz Atay’la bazen o limana sığınmak gerek. Anlamanın direnişine.

Sevginin edep, emek ve saygı olduğunu ailede öğrenemeyen çocuk ileride toplum düzenine asi bir tarzı seçecektir. Sevginin eğitimsizliği, akla, hayale, mantığa sığmayacak şeylerle çıkar karşımıza.

Bir yanlışın kapattığı kapıyı, diğer yanlış açıyorsa, insanın kendine saygısı kalmamıştır. Elbette mana idrakinden yoksun kişiler tarafından hüzne, acıya maruz kalacağız. Bir defa da değil, merhamet adlı gövdeyi göğe çevirdiysek, bin defa kırılacağız.

Sevgi açlığı, dehşet bir yaradır!

Sevgiyi ruhta değil bedende arayanlar, yani şehvet tutsaklığına sıkışıp kalanların çocukluğu travmalarla doludur.

İç yalnızlığını, yarasını arkadaşlarının gözlerine içine bakarak dindiren çocukların ilerideki yaşamlarını düşünün. Sevgisiz çocuklar yetişmesi demek, dünyanın en korkunç en güçlü silahı demek. Sevginin de, sevgisizliğin de yapamayacağı hiçbir şey yoktur bu dünyada.

Kardeşimle benim bayramda giyeceğimiz kıyafeti seçmemiz için yanına iki üç model alarak, on iki saat araba yolculuğu yapan babamı ansızın okulda gördüğümde çok şaşırmıştım. Aşırı titiz ve otoriter babam, o gün bana kalbini getirmişti aslında.

Çocukluğumda izinsiz sofradan kalkmamız yasaktı. O sert havanın içinde çok tatlı bir ayrıntı vardı ama. Çayımı babam doldururdu. Şekerini de karıştırdı bazen. Aile sevgisinin insanın içine işlemesi demek, sevgi arayışına girmemek demek olduğunu bir babanın kalbinden öğrenebiliriz.

Bu çağda sevgi anlayışa değil, hıza programlanmış. Herkes birbirine o kadar kolay ulaşıp, arzularını aktarıyor ki! O hız dairesinde beden itibar görüyor. Ruhsuzluğun insanı kendine oyuncak yapması ne vahim manzara.

Kalben kenetlenmek diye bir şey yok, aşıkmış gibi yapma var. Artık dostluk da yok işte. Bir Menfaat hesabıyla ekip dikip, biçtiğimiz zamanlar var. Tabii ki Bir de huzursuzluğumuz. “Sevgi neydi? Sevgi iyilikti, dostluktu, sevgi emekti. / Durursam bir daha kurtulamam. Ziyanı yok gülüşü yeter bize. Yüreğim kaydıysa günah mı? Çamura saplansam yardıma gelir misin? Elini tuttum sıcacıktı, yüreği elindeymiş gibi. Elinden tutuversem benimle gelir mi? Seninim işte, alıp götürsene beni. Elveda Asya, elveda Selvi boylum al yazmalım, elveda. Bitmemiş türküm benim…’’ diyen Cengiz Aytmatov’un, hepimize ah aşk! Dedirttiği pencere hâlâ açık mı ki?

Sevginin eğitimsizliği, alçaltır…

Her gün yeni bir kötü haberle sızlıyor yüreklerimiz. İnsanın, insana eziyeti maddi ve manevi bitmiyor. Bitmeyecek de. Saplantılı, bencil sevgiler, geçmişinden öç alıyor. Sevginin içinden sevme özlemi, bir kor olarak duracak yüreğimizde.

Bugünün penceresine şöyle sesleniyor şair Kemal Sayar: “Bir şairdin ben. Kalbimi büyüten dumanlı odalarda/Benim kalbim dumanlı odalarda büyüdü madam/ yalan yok! Yalan asla olmayacak./Çünkü aşkı üstümüze serpiştirip kaçan o yağmur bir dün size de ıslatacak.’’ Kalbinize emanetsiniz…