Elbette aradığınız her şeyin cevabını birebir olarak tarihin sayfalarında bulamayabilirsiniz…

Fakat bugünü anlama ve geleceğe fener tutma noktasında, tarih bilmenin ve onu analiz edebilmenin oldukça önemli olduğu gerçeğini asla dışarda bırakamazsınız…

Bugünü anlamada geçmişe dönük olarak adeta bir “Tarih Sosyoloğu” olarak ilerleyebilmek, çok farklı ufuklar açabilecektir…

Bugün Yunanistan ve arkasındaki Fransa’yı tarihin sedyesine yatırmadan, Akdeniz üzerinde ki ve ona eklemlenmiş olarak cereyan eden olayları yeterince muayene edebilmek, kanaatimce bizi doğru tahliller ve teşhisler yapmaktan aciz bırakacaktır…

Bu coğrafyadaki bin yıllık gerçekliğimizden bizi kovmaya çalışanların tutumu adeta; “Gerçeğin gerçeklikten kovulması” girişiminden başka bir şey değildir…

Tarih bilmenin sağladığı avantaj üzerinden bakınca, senaryolarıyla bize bir “gerçeklik yıkımı” yaşatmak isteyenlere karşı, bu coğrafyadaki bin yıllık gerçekliğimizi korumak için sayısız senaryoyu nasıl yırttığımızı görmek, geleceğe dair daha umutlu olmamızı adeta garanti ediyor…

Cesaret ve korkusuzluğun altı mutlaka olması gerekenlerle doldurulmalı ki “Don Kişot”varilikten ayrışa bilsin durduğumuz yer…

Geriye dönüp baktığımızda, bugüne övünç kaynağı olan zaferlerimizin hiçbirinin altı boş değildir ve döneminin en ileri ilim, irfan ve fenni ile doludur…

Yeniden ilham kaynaklarımızı bütün bir toplum olarak keşfederken, ne yapmamız gerektiği konusunda da gerçeğe çok daha yakınız…

Uluslararası diplomasinin, her zaman geçerliliği korumuş ve öyle anlaşılıyor ki gelecekte de koruyacak olan en temel hakikatlerinden biri “güç”tür…

Bu gücün neye tekabül ettiğini anlayabilmenin yolu, karşıdakinin size nasıl baktığı ve hitap ettiği ile daha görünür hale gelir…

Kanuni döneminde görev yapan bir Venedik elçisinin dedesinden kalan, II. Murad’a ait bir Nasihatnâmeyi tercüme ettirerek padişaha bir jest yapma isteğini dile getiriş biçimi, bu açıdan son derece önemlidir; “Yüce ve kutlu padişah hazretlerinin, bendeniz elçi Marino di Cavallo kullarını bu eseri sunmakla cür’et ettiğim küstahlığı olağanüstü anlayış ve toleranslarıyla mazur göreceklerini de ayrıca umuyorum…”

Bugün bizim için yıkıcı senaryolar hazırlayan Fransa’nın da on altıncı ve on yedinci yüzyıllarda yıllık gelirinin neredeyse yarısını, Osmanlı imtiyazları sayesinde elde ettiğini vurgulamak da yine bir gücün neye işaret ettiğini göstermesi bakımından oldukça önemlidir…

İngilizler’le Fransızlar’ın, Osmanlı’nın sağlayacağı imtiyazlar için nasıl yarıştığını tarih sayfalarından okumak bir taraftan iftihar vesilesi olurken diğer taraftan da o ihtişamı kaybedişin hatırlatıcısı oluyor maalesef; tam bir dilemma vurgunu gibi…

Gerçeğin güçlü kılınmasının yolu, imajın hatta senaryonun esir edilmesine bağlı…

Onun nasıl başarılabileceğinin en net yansıtıcısı ise tarihteki örneklerimizdir…

Bugün “Tam yol ileri!” konumunda giderken, elbette en son istenecek şey bir savaş halidir…

O sebeple de oluşturulmaya çalışılan imajları ya da yazılmaya çalışılan senaryoları esir etmenin en akıllı yöntemi, öncelikle akıl ve cesaret sonra teknolojisi yüksek bir ordu ve ekonomi ile güçlendirilmiş diplomasi masalarıdır…

Kanaatimce bu gerçeğe de son iki yüz yıldan beri hiç bu kadar yakın olmadık…

Gerçeği yeniden kuracak ve senaryoları yırtma girişimimizi her geçen gün daha da güçlendirerek artıracağız; zira bugün bizi gerçeğimizden kovmaya çalışan bu “cüretkar”lar muhataplarını, paçavra edip kendilerine iade ettikleri senaryolardan iyi bilirler…