Dünyada her kesimde zihinsel bir dönüşüm yaşanıyor. Özellikle 1980’lerden sonra yaşanan değişim ve dönüşüm, sanıyorum ki daha önce yüzlerce yılda yaşanmıyordu.

İnternetin hayatımıza girmesi, yaşanan hızlı dijitalleşme sonucunda değerler de çok hızlı değişti. (Değersizleşme, değerleri yitirme demek daha iyi olur gerçi.) Hayata bakış değişti, önem verilenler değişti.

Kapitalizmin hayatın her alanına hâkim olmasıyla da menfaat, çıkar üzerine kurulu dünya düzeni oluştu. Maneviyat hayattan çekilince de maddiyat tek geçer akçe oldu. Bir şeyin değeri, kıymeti değil de fiyatı önem kazandı.

Bu değişimden İslami camia da nasibine düşeni fazlasıyla aldı.

Daha düne kadar şeytandan kaçar gibi kaçtığımız şeyler, hayatımızın vazgeçilmezleri arasında yer alır oldu.

Daha düne kadar vazgeçilmezimiz olan şeyler, hayatımızdan bir bir çıktı gitti.

Ölçülerimiz değişti, değer verdiğimiz şeyler değişti, referanslarımız değişti.

Saf imanla bağlı olduğumuz, hayat ölçüsü olarak aldığımız, rehber bellediğimiz pek çok şeyi hafife alır, dalga geçer olduk. Hâlâ bunlara bağlı yaşayan abid, zahid, takva sahibi muhlis insanları da yobaz, gerici, çağı yorumlamaktan aciz vb. görüp hayatımızdan uzaklaştırdık. Bu kavramları eskiden ehli dünya insanlar, biz Müslümanlar için kullanırken artık bizler bizden daha ihlâslı insanlar için kullanır olduk.

Artık sözlerimizi ve eylemlerimiz uyuşmaz oldu. İnandığımızı, inançlarımızı hayatımıza uygulayamaz olduk. İnandığımız gibi yaşayamaz olduğumuz için yaşadığımız gibi inanır olduk pek çoğumuz.

Eskiden bir sohbette Kuran’dan, hadisten, âlimlerin sözlerinden referans alıp bunlarla kendimizi ifade ederken şimdi Heidegger, Platon, Aristo, Descartes, Hegel, Kant gibilerden bahsetmek, bunları referans almak ve her sohbet arasına bunlardan bir cümle sıkıştırmak aydınlanmış olmanın, modern muhafazakâr olmanın, sözü dinlenmenin yegâne ölçüsü olmuş durumda.

Parası az züğürt muhafazakârlardansanız Fatih’te At Pazarı’nda; daha üst düzey ve parası bol şallı bacılardan ya da dar paça pantolonlu, babet ayakkabılı, top sakallı muhafazakâr mücahitlerdenseniz Kuruçeşme’deki Huqqa gibi mekânlarda kızlı erkekli nargile keyfi eşliğinde İslamcılık edebiyatı yapıp Heidegger, Hegel, Kant gibilerden bol bol alıntılar yaparak Müslümanların dertleriyle dertlenirsiniz.

Dibinizdeki Fatih Camii’nde ezan okunur ama hiçbirinizin aklına namazda camiye gitmek gelmez. Sabaha kadar nargile eşliğinde devlet kurup devlet yıkarsınız ama hiçbirinizin aklına sabah namazını kılmak gelmez.

Başörtünüz, sizin hiçbir şeyi yapmanıza engel değildir. Sakalınız, sizi hiçbir günahtan korumaz. Her ortama girersiniz, herkesle aynı şeyleri yaparsınız. Faiz hesabı yapar, borsada at koşturur, bir kahve içmeye 500 lira verip tatilde en lüks otellerde İslami(!) tatil yaparsınız. Ancak Afrika’daki Müslümanları, Filistin’i, Kudüs’ü, Doğu Türkistan’ı da dilinizden düşürmezsiniz. En çok siz kazanırsınız, en iyi makamlara siz gelirsiniz, en meşhur siz olursunuz.

Çileyi Ayşe Teyze çeker, dava peşinde Mehmet Emmi koşar.

Dava önemli, dava önemli…

Modern muhafazakârlık bunu gerektirir.

Sahi biz ne zaman böyle olduk?