“Diriliş” kavramına vurgu yapmamızın nedeni, İslâm âleminin her köşesinde yeni bir medeniyet diline ihtiyaç olduğu gerçeğinin kurumuş toprakların su beklemesi gibi beklendiği gerçeğidir.

“Bilin ki Allah, ölmüş toprağa yeniden hayat verir. Şüphesiz biz, siz düşünesiniz diye delilleri bir bir açıklamışızdır.” (Hadid Suresi: 17. Ayet)

Türk-İslam medeniyetinin kadim geleneklerinden süzülerek akan pınar bütün insanlığı diriltecek hayat kaynağıdır. Kuraklıktan kurumuş, çatlamış toprak nasıl suya hasret ise İslam coğrafyası da bu dirilişe o kadar hasrettir, muhtaçtır.

Bütün İslam coğrafyasında yaşanan gelişmeler batılıların emperyalist çıkarlarını düşünmekten başka bir kaygıları olmadığını, yerli işbirlikçi yönetimlerinde emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda tavır aldığı gerçeğini gözler önüne sermiştir. Zaman içerisinde Müslüman halklar gerçek mana da kurtuluşun “öze dönüş” ile mümkün olduğunu acı tecrübelerle öğrenmiş oldular. İnşallah yakın gelecekte bütün İslam coğrafyasında “diriliş” merkezli aktiviteler artacak bu çalışmaların meyveleri yeni bir medeniyet dilini inkişaf ettirecektir.

Türkiye’nin yaklaşık son yirmi yıldır ağır bedeller ödeyerek geldiği noktada geri adım atmaması için her platformda ve her alanda yeniden “milli diriliş ruhu”nu harekete geçirmeliyiz. Bu süreçte yaşanan ulusal ve uluslararası tüm sıkıntılar esasında günümüz dünyasına yön verecek büyük diriliş” in ayak sesleridir. Doğum sancılarıdır. Elbette içte ve dışta hazımsızlıklar olacaktır.

Son yıllarda oluşan milli diriliş ruhu ile şahsiyetli duruş batıya “siz kendi işinize bakın bizim işlerimize karışmayın” mesajını vermiştir. Bunun altında kalmamak için buna bütün kalbiyle inanmış kadrolara, milli mücadele ruhuna, samimiyete, kararlılığa ve iradeye ihtiyaç vardır.

Diriliş umutlarını dava bilincine dönüştüremezsek vebali hepimiz için çok ağır olacaktır. İnsanlığın umudu olan bu tarihi fırsatı kendi şahsi menfaatlerimiz, hırslarımız, heveslerimiz, egolarımız yüzünden heba etmemeliyiz. (Allah göstermesin) Bunun bedelini hem bize hem de bizden sonra evlatlarımıza ağır ödetirler.

Türkiye Cumhuriyeti devleti hükümetince dillendirilen “Dünya beşten büyüktür” ün ufkunun dünya sistemine yön verici mahiyette bir netice oluşturabilmesi için toplumun her kesiminin yirmi birinci yüzyıl yeni Türkiye’sinin önünü açıcı bir gayreti ortaya koyma sorumluluğu bulunmaktadır.

Bunun için topyekûn bir mücadele ruhu gerekmektedir. Bu gidişin kalıcı olabilmesi ve sürdürülebilir bir mahiyet kazanabilmesi ancak “eğitim sistem”i ile mümkündür. Yeni yetişen genç neslimizi madde ve mana boyutunda çağı kuşanacak özelliklerde donatmamız ve öteleri hayal edecek ufka sahip olarak yetiştirmemiz gerekmektedir.

Bunun için eğitim sistemimizi transfer uygulamalarla yapboz tahtası olmaktan çıkarmalı, kendi geleneklerimizin, kültür kodlarımızın oluşturacağı “milli mektep” modeli ile bu düşünsel dirilişi harekete geçirmeliyiz.

Ülkemizin geleceği ve bütün insanlığın umudu olacak bir neslin inşası bu bakış açısının sinerjisiyle şekillenecektir.