Paris, şiire renklerden overlok çeken kent. Paris, vatan hasreti. Paris, kesintisiz şiir sunan.

İyi bir şiir, tek bir yarayı işaret etmez. Hüznün ve sevincin her tonunu kullanan şair, her şiirinde kendi gerçekliğine çarpıp; oradaki asıl acıyla yüzleşmek istediği kadar yüzleşip, bir defa daha kamçılanır. En şah dizeler de bu ölüm anını andıran aralıktan doğar. Yeni şiiriyle biraz rahatlayan şair, bir başka mısranın içini üfleyeceği anı beklerken, kendine kızgındır. Mutmain olmamıştır, olamayacaktır da! Şairin içindeki harı şiire emanet etme arzusu, o aşk, son nefese kadar devam eder.

Paris her mevsimde, şiirden bir şato. Zarif ve doğurgan. Paris şairleri, ilhamla emziren. Paris şiir, hikâye, deneme. Şehri gezerken, kendini keşfetmiş gibi olur insan. Kalabalığın şımarttığı bu kent, şimdi sessizlikte güzelleşmekte.

Şarap, kadın ve aşkı överek Paris’i üne kavuşturdu şairler. Baudelaire, Mallarmé kadını ve isyanı işledi şiirlerinde. Aşkı kutsallaştıran şairler, Paris’i romantizmin zirvesi yaptı. Oysa bir o kadar da acı ve çıkmazlar dolaşıyor bu sokaklarda. Bir o kadar da bıkkınlık, isyan ve ürperti!

‘’Şu tekdüze yurdumda /inandığım kimse yok benim, kendimden başka’’ diyen Maillerime ile Paris’i baş başa bırakıyorum. Belki bir düşünce çatlatır göğün simasını.

Evet, Paris sokakları isyan, hasret, vurdumduymazlık! Ama önce hep bir umut! Ekmek için yolculuğa çıkan birçok insanın, kendi içine sıkışıp kaldığı ülke. Handikap. Çile. Arayış.

Burada sevinç ve hüzün olduğundan daha farklı yaşanır. Özlem ikinci bir yurttur. Paris’i gezenler hatıralarını yazıp, ölümsüzleştirmek istiyorlar kenti. Paris’te yaşayanlar ise önce şiir diyor. Duygularla ancak şiirde kucaklaşırsın. Sarıldığında mesafeni koru der ve en şah dizler, o an çıkar. Arınmak ve arındırılmaktır bu!

On beş yıl önce iş yerime edebiyatçı bir arkadaşım, bir gün küçük defterle geldi ve birkaç şiirini okudu. Dergide yazmak istemeyen, bilinmezliği tercih eden arkadaşımın elleri titriyordu sayfaları çevirirken. Bu nasıl şiir heyecanıydı böyle! İlginç olanı da diğer meslektaşlarının, şiirlerin altına düştüğü notlardı. Ahmet Haşim in merdivenler şiirini nasıl didik didik ettiysek, onlarda aynı iştiyakla masaya yatırmışlar şiirleri.

Herkes gizli şairdir aslında. Ya gizli şairi oynayan. Şiirin cezbedici yönüne hayır diyen pek çıkmamıştır. İnsan istiyor ki bütün fetihler şiirle olsun ve şiir gibi yaşayalım. Ama bunu kaldıracak naiflikte değil yüreğimiz.

“Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden’’ diyen Haşim’in o anki ruh hali, bir başka yakışıyor ressamlar tepesine.

 Montmartre sonbaharda bir başkadır. Daracık, şık sokaklarına her mevsim, şiir fısıldamak alışkanlığım oldu. “Yapraklarım dökülüyor usul usul /adım sonbahar.’’ evet, Atilla İlhan.

Sonra Asaf Halet Çelebi: “İbrahim gönlümü put sanıp da kıran kim’’

Ressamlar tepesi, karmaşa durağı. Renklerin içinde, resimler çizen ressamlar ve onlardan ilham alan şairler. Sessiz koşu burası.

“Öyle seveceksin ki kelimeleri, yalnız senin için raks edecekler. Kelimeler de bütün sevgiler gibi kıskanç. Senin olmalarını istiyorsan, onların olacaksın, yalnız onların.’’ Demiş Cemil Meriç. Şair ve kelime. Birbirini takip etmekten zevk alan iki asil dost. Kavgasız, dertli ve devrimci. Kelimeler bazen yıldız şavkı, bazen okyanus dibinin yalnızlığı. Beni kelimeler büyüttü. Kelimeler, anne! Kelimeler, kimsesizlik. Kelimelerim; ölüm içindeki ölüm nöbetlerim!

“Mısra haysiyetimdir.’’ diyen Yahya Kemal Beyatlı, Paris’i, şiirinde dekor olarak kullanmıştır. Onun için Paris, çelişkilerin bittiği yerdi. Gençleri fikren altüst eden, doğduğu yerle arasına set çeken, kendi gerçekliğine hücum ettiren kent, şairin bu dizleri karşısında suskun.

“Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!’’ – ‘ ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!’’ Yahya Kemal, Paris’ten sonra yeni bir şiir siması olmuştur.

Cemal Süreya şiiri şöyle tanımlar: “Şiir benim için? Dramım, açmazım, kurtuluşum, batağım, sevgilim, babam, gözaltım ve kendimi hiçlemeyi bilişim…”

Ve devam ediyor ‘İki kalp’ şirinde ‘’Kuşlar toplanmışlar göçüyorlar / Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.’’ Şiirden sevmek, şiirden özlemek ancak şiirin biricikliğini inananlar içindir. Paris bu inanışın çift gövdesi.

Republique meydanı; direnişin, devrimin dünyaya göz kırptığı mekân. Bazen rutin bir kalabalık saati, bazen de insan seli. Paris’in gözdesi.

Bu mekândan selamlıyorum “İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım’’ diyen Turgut Uyar’ı. Acıların taştığı yerden, maviye bakmayı deneyelim. Şairler bir ülkenin yarasına, hatırasına, sorunlarına temas edemiyorsa, ortada şiir yoktur. Biz geçmişi, şiir estetiği sayesinde yaşıyoruz. Biz şiir evinin çocuklarıyız. Popülizm sevdasına, çeteleşmeye şiir alet edilirse, bu milletin sesi yarınlara ulaşamaz… Unutmalıydım şiir, kardeşliktir…

Bugünün penceresine şöyle sesleniyor: “Bir Yolcu” adlı şiirin şairi, Necmettin Halil Onan. “Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın/Bu toprak bir devrin battığı yerdir.” Kalbinize emanetsiniz…