“İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.

Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır.”

Yunus Emre

İnsanoğlu yaratılış itibarıyla meraklı bir yapıya sahiptir. Her şeyi bilmek ister. Bizim kültürümüzde bilen insan ‘akıllı ve makbul’ insandır. ‘Bilmek ve bilmemek’ yıllar boyunca birçok öğretiye konu olmuştur. ‘Her şeyi bilmek, esasen hiçbir şeyi bilmemektir.’ Ve bilmek, insanı bazen mutlu eder bazen de çok derinden üzer. Tabi bu durum neyi bildiğiniz ya da bilmediğiniz ile doğru orantılıdır. Aslında bildiklerimiz, bilmediklerimizin yokluğunu tamamlıyorsa kendimizi mutlu sayabiliriz. Unutmayın! ‘Bilmek hiçbir yalnızlığa benzemez!’ Bazen her şey den bir şeyi, bazen de bir şeyden her şeyi öğreniriz. Ne diyordu Peyami Safa “Az bilmek için çok okumak gerekir.’’ Evet, doğru okudunuz! Üstat burada; ‘Haddimizi bilmemizi, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma gafletine düşmememizi’ vurguluyor. Demek ki neymiş? Çok bilenler, az okuyanlarmış!

Kıymetli dostlar; Cenab-ı Hak eşref-i mahlûkat olarak yarattığı insanı, kendisine dost ve muhatap kılmış ve “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 39/9)  buyurarak kullarını öğrenmeye teşvik etmiştir. Fahri Kâinat Efendimizin ise; “Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz.” buyurarak konunun önemine özellikle vurgu yapmıştır. Burada ilmin ve öğrenmenin gayesi;‘insanın kendini bilmesi ve yaratılış şuuruna ulaşmasıdır.’ Unutmayın! ‘Kendisini bilen Rabbini bilir, Rabbini bilen nefsini bilir, nefsini bilen de haddini bilir.’ Ve özündeki o muazzam hakikate derhal uyanır…

Kıymetli dostlar; bilmek, öğrenmek, ilim sahibi olmak elbette kişilere toplum içerisinde önemli bir saygınlık kazandırır. Bilgili insan mütevazı olur, neyi nerede ve nasıl konuşacağını çok iyi bilir. Adeta Güneşe benzer, girdiği her yeri aydınlatır. Bilmediği konularda asla konuşmaz. Lakin farkında mısınız bilmiyorum ama dostlar, son zamanlarda bildiğini zannedenler o kadar çoğaldı ki! Televizyonlarda yorum yapan ve kendini ‘yorumcu-stratejist-gazeteci’ olarak tanımlayan ve her şeyi manipüle eden bir ünlüler sınıfı oluştu! Apartta bekleyip ‘Hiçbir şey olmadıkları halde her şeyi bilenler’ diyorum ben bunlara. Özgüven eyvallah! Lakin, bu değişiklerin birazcık mürekkep yalayınca ‘kendilerini dünyaya ayrıcalıklı bir şahsiyet olarak gönderildiklerini düşünmeleri ve bu şekilde davranmalarını’ doğru bulmuyorum. Hani zannedersiniz ki bu kuru sıkı atan zırtapozların çabası olmasa, sanki dünya dönmeyecek! ‘Esasen kendilerini bir şey sanarak arz-ı endam eden bu figürler, gerçekte hiçbir şey olamayanlardır!’ Okumayan, öğrenmeyen ama her konuda işkembeden atan, ahkâm kesen ve her şeyi bilen(!) hayattan kovulmuş tiplerdir bunlar. Kendilerini herkesten üstün ve herkesi de kendilerinden küçük görürler. Hep biliyorlardır, hemen hemen her konuda mutlaka bir fikirleri vardır. Onlar için “bilmiyorum” diye bir şey söz konusu olamaz! Ama Virginia Woolf böyle düşünmüyor! ‘’İnsan bildiğini sanarak yoluna devam ediyor; ama gerçekte bilmiyor.’’diyor…

Nihai kertede demem o ki kıymetli dostlar; her an her şeyin ters yüz olduğu bir iklimde doğru bilgiye ulaşmak artık iyice zorlaşmaktadır. Bildiği yanıldığına yetmeyip kendisini bir şey sanan insanlar aslında hiçbir şeydir. Kendisinde bir numara görmeyip mütevazı olan insanlar ise bilesiniz ki çok şeydir. Bilgelik ise; kendine ayna tutan insanın kendisini aradan kaldırması ile mümkün olacaktır. Elbette hepimiz her şeyi bilmek zorunda değiliz. Ama haddimizi bilmek zorundayız. Unutmayın! “En yüce ilim haddini bilmektir. Bilmek zor, bilmemek kolaydır. Bilmek yük, bilmemek huzurdur…” Selametle…