Her şey değişiyor. İnsan değişiyor, dünya değişiyor, ihtiyaçlar değişiyor, şartlar değişiyor. Büyükşehirlerde modernleşmenin dayattığı yeni hayat tarzı ile toplumumuzun en temel özelliklerinden biri olan mahalle kültürümüz ve komşuluk ilişkilerimiz de değişiyor. Bireyselliğin geçer akçe olduğu ve tek tipleşen günümüz Türkiye’sinde bizler de bu değişime ayak uydurarak hızla yalnızlaşıyor ve yabancılaşıyoruz. Sanırım bu gidişle çok yakında bizde de Avrupa’da olduğu gibi yalnızlık bir hastalık olarak kabul edilecek ve yalnızlık bakanlığı kurulacaktır.

Ne diyordu İbrahim Sadri: “Biz çocukken; yollar bozuk, ziller bozuk, paralar bozuk ama adamlar sağlamdı.” Bizi biz yapan değerlerimizi her gün biraz daha kaybediyoruz. Ne de çok kıymet biçmişiz şu canına yandığımın yalan dünyasına. Sanki herkes kendine bir şeyi put edinmiş onun peşinden gidiyor. Kimisi para pula kaptırmış yakasını, kimisi şan şöhrete, kimisi de makama. İnsanlık mı hak getire. Kapı komşumuzu bile tanımaz hale gelmişiz. Hadi komşuluğu geçtim bir kalemde de Allah’ın selamını bile esirger olmuşuz birbirimizden. Hem selam vermeyene selam vermek, gelmeyene gitmek eskidendi(!) değil mi? Denk gelirse kapıda ya da asansörde usulen bir zahmet konuşuyoruz. Hem biliyor musunuz yeni ev satın alanlar artık binada kimlerin oturduğunu falan da sormuyorlarmış. Okkalı para ödediysek zaten okkalı komşularımız da vardır diyorlarmış. Hey hat! Komşularımızı bile artık parasına göre seçiyor onlarla bütçesi kadar konuşuyoruz.

Evet, kıymetli dostlar; günümüzde binalar dikey bir şekilde hızla yükselmeye devam ederken, dostluk samimiyet, komşuluk da aynı oranda hızla alçalmaya devam ediyor. Binalarda görevliler de olmasa inanın kapımızı çalan olmayacak. Komşumuz büyük sıkıntılar içerisindeymiş, hastaymış, hastası varmış, bir yakını vefat etmiş inanın umurumuzda bile değil. Komşuluk böyle de peki ya mahallelerimiz? Onların da durumu pek iç açıcı değil. Mesela, eskiden mahallerimiz de sınıfsal kimliklere dayalı şekillenmeler yoktu. Mahallenin sevinci de üzüntüsü de hep ortaktı. Herkes bir birine gider gelirdi. İletişime çocuklar aracılık eder, “Eğer bir maniniz yoksa akşam annemler size oturmayagelecek” der işi hızla bitirirdi.

Mahalleye yeni bir komşu taşındığı zaman, onun yerleşmesin yardım edilir bir eksiği ve ihtiyacı var mı sorulurdu. Herkes birbirine son derece güvenir, bir yere gidileceği zaman anahtar yan komşuya bırakılır, çocuklar ise komşulara emanet edilirdi. Okuldan geldiğinde evde kimseyi bulamayan çocuk hiç utanıp sıkılmadan komşuya gider aç karnını doyururdu. Evde pişen yemekten mutlaka bir tabak komşuya götürülür, giden tabak da asla boş gelmezdi. Evde eksik için hemen markete koşulmaz, başta yoğurt mayası ve ekmek olmak üzere ufak tefek eksikler hep komşudan temin edilirdi. Mahallelerde kışlık yiyecekler imece usulü ile hazırlanır, turşular kurulur, gece sabahlara kadar sohbetler eşliğinde salçalar kaynatılırdı. Mahallede bir cenaze olunca herkes cenaze sahibi ile birlikte yas tutar, televizyonlar kapatılır ve asla müzik dinlenmezdi. Üç gün boyunca cenaze evine komşular yemek taşırken hemen yan komşu da evini açar gelenleri misafir ederdi.

Eskinin güzelliklerini yazmakla bitiremeyiz lakin bilesiniz ki dostlar, kaliteli düzgün bir komşu bizim dünyadaki cennetimizdir. O vakit eski mahalle kültürünü bir nebze olsun yeniden canlandırabilmek adına zor da olsa binalarımızı mahalleye dönüştürebilir miyiz ne dersiniz?

Selametle…