Türkiye’deki sessiz kalabalıkları oluşturan başörtülü kadınların geçmişte yaşadığı haksızlıkları gündeme getiren AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin bir anda hedef tahtasına oturtuldu.

Uzun zaman olmuştu baş örtüsü tartışmalarını duymayalı, biz sandık ki bu sorun bitti ve bir daha önümüze gelmeyecek ve bu kulaklar artık nefret söylemleri duymayacak, bu gözler artık bu zulmü bir daha görmeyecek. Ama yanılmışız sanırım. Zira, görünen o ki zulüm bitmemiş, sadece nefretin izbe köşesine çekilmiş olacak ki olacak ki yakın zamanda yavaş yavaş o karanlık köşenin derinliklerinden, geleceğe dair mesajlar verildiğini görüyoruz.

Çok uzağa gitmeye gerek yok, daha geçen yıl Kasım ayında, sırf başörtülü oldukları için sokak ortasında kadınların darp edilmeleri, aslında nefret sızıntısından öte bir şey değildi.

NEFRETİN DİLE GELMİŞ HALİ “BU KADINA HADDİNİ BİLDİRİN”

Darp eylemleri ile yakın tarihlerde zikredilen bu sözü izaha gerek olmasa gerek. Zira din ve inanç özgürlüğüne saldırının, ülkemizde simgesi haline gelmiş olan bu sözün tarihçesini toplumda bilmeyen yoktur sanırım.

İşte bu söz en son Ak Parti grup başkanvekili Özlem Zengin için sığınaktan çıkartıldı. Hem de Milletin Meclisinde. Bu sözlerin her hangi bir yerde kullanılması ile TBMM de kullanılması arasında bir fark görmeyenler için iki hususa dikkat çekmekte fayda var. Birincisi milletin inancına yine Milletin Meclisinde hakaret edilmesi hadsizliği, diğeri ise bu sözün doğduğu yerde söylenerek verilmeye çalışılan mesajın inceliği…

BAŞÖRTÜSÜZ KADIN HAKLARI OLMAZ!

Yine geçtiğimiz günlerde Sayın Özlem Zengin’in TBMM deki bir konuşması üzerine verilen tepkiler akabinde sosyal medya hesabından yaptığı paylaşım ve bu paylaşıma gelen yorumlarda, İslam’a ve başörtüsüne nefretin hala “mıh gibi” yerinde durduğunu bir kez daha bizlere gösterdi.

Ne demişti Özlem Hanım paylaşımında “İster Köyde İster F-35 kokpitinde İster Okulda çarşıda evde İsterse Meclis’te Hilafsız Başörtüsü “Başörtüsüdür”.

Sadece bir gerçeğin tespiti üzerine yazılanlarsa “Nefret Suçunun” resmidir. Ve 1000 yıl sürecek iddiasıyla bu suçu işleyen kafa mıh gibi aynı yerindedir” Haksız mıydı peki?

Gelen yorumlara bakılırsa yapılan tespitin mıh gibi yerine oturduğu görülecektir. Yorumlardan bir kaçı şöyleydi; “senin sesin bir kere kadına benzemiyor nasıl olacak bu iş” ,“imam hatip hukuk fakültesinden mezun olursan ancak bu kadar beynin çalışır, türbanı çıkarda azcık bıngıldağın güneş alsın”,“keşke her başını örten insan olsa Atatürk’e dua et sayesinde meclistesin….” Peki sormazlar mı insana, Atatürk sayesinde meclisteyse sen neden saldırıyorsun, yoksa sen Atatürkçü değil misin? diye.

Peki ya kadın hakları savunucusuyum diye gezenlere sormazlar mı? Kadına, bırakın hakaret etmeyi, bir hitap şekli olarak, bayan diyenlere söylemediğiniz söz, etmediğiniz hakaret kalmazken, başörtülü kadınlar darp edilirken, meclisten kovulurken, onlara “ulan” diye hitap edilirken neredesiniz? Had bildirmeye kalkanlar sizin mahalleden midir? Ondan mıdır bu suskunluğunuz? Üzerinizde mahalle baskısı mı var? Yoksa kadın tarifiniz de başörtüsü ve inançlı kadınlar yok mudur. Kendisine kadın ya da erkek demeyen LGBT’yi bile savunan sizler nefretin sığınaklarına mı soktunuz başınızı yine. Ama şunu unutmayın ki başınızı hangi kuma sokarsanız sokun, siz, inancı ve giyim tercihi ne olursa olsun tüm kadınlara saygı duymayı ve onların haklarını savunmayı öğrenmediğiniz sürece hak savunucusu değil nefretin savunucusu olacaksınız.

NEFRETİN TARİHÇESİ

Başörtüsü zulmüne, özgürlükler ve bu konudaki mevzuat ve evrensel hukuk ilkelerine, olmayan yasağın nasıl uygulandığına, yasağın ne şekilde sona erdiğine ve yeniden bu zulmün gündeme gelip gelemeyeceğine, konunun

hacmi çok geniş olsa da bu yazının alanı ile sınırlı olarak, mümkün olduğunca kısaca değinelim dilerseniz.

ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER NE DİYOR?

Anayasanın 2,10, 13, 24 ve 42. Maddeleri ile Avrupa insan hakları sözleşmesi ve insan hakları evrensel beyannamesine bakıldığında, başörtüsüyle ilgili bir yasaklamaya gidilemeyeceği, açıkça ortadadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 9. Maddesine göre herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir ve aynı maddede, herhangi bir sınırlamanın yine sözleşmede yazılı sebeplerle sınırlı olarak ve ancak yasayla yapılabileceği ibaresi açıkça belirtilmektedir. Yine sözleşmenin ayrımcılık yasağı başlıklı 14. maddesinde,

sözleşmede tanınan hakların hiçbir aidiyet gözetilmeksizin sağlanacağı vurgulanmıştır. İnsan hakları evrensel beyannamesinin 7,18 ve 26. Maddeleri de aynı doğrultuda olup, uluslararası hukuk taraf devletlere bu hakkın korunması anlamında sorumluluklar yüklemektedir.

PEKİ, HERHANGİ BİR KANUN OLMAMASINA RAĞMEN YASAK NASIL UYGULANDI?

Anayasanın 13. maddesine göre temel hak ve hürriyetler, ancak kanunla sınırlandırılabilir. Baktığımız zaman ne 2002 öncesinde ne de 2002 sonrasında böyle bir yasal düzenleme bulunmamasına rağmen tamamen keyfi ve ideolojik gerekçelerle temelden yoksun, kanunsuz emirlerle ve bu zulme dayanak yapılan 1989 ve 1991 tarihli anayasa mahkemesi kararları ile bu yasaklamalar uygulanmış, din ve vicdan hürriyeti, eğitim öğretim hakkı ve insanlık onuru ayaklar altına alınmıştır.

2002 SONRASI NE OLDU?

2002 yılındaki iktidar değişimi ile birlikte, aslına bakacak olursak bir anda başörtüsü yasağı konusunda yasal bir düzenleme olmadı. İlk etapta olan sadece uluslararası sözleşmeler, insan hakları evrensel beyannamesi ve iç hukukumuza göre, olmayan bir yasağın fiili olarak uygulanmasında bir yumuşama şeklindeydi.

Daha sonra 2007 yılında YÖK başkanının rektörlere gönderdiği talimatla gayri insani bu uygulama üniversitelerde kaldırılmış oldu. Akabinde dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 1 Ekim 2013’te açıkladığı demokratikleşme paketi ile kılık kıyafet yönetmeliğinin 5. maddesinde yapılan değişiklikle, kısıtlayıcı hükümler kaldırıldı. Daha sonra bu yönetmelikte ayrık tutulan, asker emniyet mensupları ve hakim ve savcılar için 2017 yılında yapılan düzenleme ile yasak kaldırılmış oldu. Her ne kadar yasak kaldırılmış oldu desek de acaba gerçekten başörtüsü yasağı ülkemizde yasal olarak kalktı mı? Acaba bu konuda son durum nedir.

ANAYASA MAHKEMESİ KENDİNİ MECLİSİN YERİNE KOYDU

Bunu anlamak için 2008 yalında 5735 sayılı T.C Anayasasının bazı maddelerinde değişiklik yapılmasına dair kanun 1 ve 2. Maddeleriyle bu kanunu iptal eden anayasa mahkemesinin 5.6.2008 tarih ve 2008/16-2008/116 sayılı kararını değerlendirmek gerek. Kararda anayasa mahkemesi kendisini meclisin yerine koyarak esasa dair bir değerlendirme yapıp aşağıdaki gerekçelerle iptal kararı vermiştir. Kararda özetle, 1989 ve 1991 tarihli anayasa mahkemesi kararlarına da atıf yapılarak ve “Bu düzenlemeden yararlanılarak türban, dinî kıyafet ve simgeler dahil her türlü kıyafet ilköğretimden yükseköğretime, öğretim hizmetlerinden yararlanma bağlamında herhangi bir engelle karşılaşmadan yayılabilecektir.” Denmek sureti ile 5735 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un ilgili hükümlerini oy çokluğu ile iptal etmiştir.

Bu iptal kararı konuyu, 1989 ve 1991 tarihli kararlara benzer şekilde keyfi uygulamalara açık hale getirmektedir.

YÖNETMELİKLER SORUNU ÇÖZMEZ

İlgili kararlar, bu konuda yasal düzenlemeye karşı olduğu gibi düzenlenen yönetmeliklerde de başörtüsü ibaresinin açıkça kullanılamamasına sebep olmuş görünmektedir. Şöyle ki; 5/8/2007 tarihli ve 26614 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Emniyet Hizmetleri Sınıfı Mensupları Kıyafet Yönetmeliğinin 5’inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde yer alan “Resmî kıyafetle birlikte kıyafetin içerisine” ibaresi şu şekilde değiştirildi:

“Bayanların şapka, kep veya örgü bere altında yüzünü kapatmayacak şekilde başlarına taktıkları üniforma rengindeki desensiz giysiler hariç, resmî kıyafetin içerisine dışarıdan görülebilecek şekilde sivil kazak, yelek ve benzeri giyecekler giyilemez.” Buradaki yönetmelikte bahsi geçen başörtü değil desensiz giysiler olduğu görünmektedir. Bu da keyfi bir içtihada sebebiyet verebilir.

Yasak yeniden gelebilir mi?

Görünen o ki; her ne kadar, haklı ve sağlam gerekçelerle, Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 22/11/2018 tarihinde, Sara Akgül (B. No: 2015/269) başvurusunda Anayasa’nın 24. maddesinde güvence altına alınan din özgürlüğünün ve 42. maddesinde güvence altına alınan eğitim hakkının ihlal edildiğine karar vermiş ise de bu durum siyasi iktidarın değişmesi ya da siyasi iklimin değişmesi ile tersi istikamette kararlar alınmayacağının güvencesi değildir.

Yani iktidarda olan herhangi bir hükümet başörtüsüyle alakalı olarak, haksız ve hukuksuz olarak yeniden yasaklama kararı alabilir.