Ölümle burun buruna geldiğimizi hissettiğimiz zamanlarda böyle olur. Bir rüya sinemasının aktörüne dönüşürüz. Önümüzde birtakım fotoğraf kareleri. Kulağımızda farklı dost sesleri. Sürekli tekrarlanan ağır bir musiki eşliğinde akıp gider görüntüler.

Çok eskiden Ahmet Hamdi Tanpınar’ı görmüştüm rüyamda. Meşhur siyah kedili fotoğrafıyla. Bir köşkün bahçesinde. Oturuyordu. Ben ayakta. Bir şeyler konuştuk uzun uzun…

Ve önceki gece…

Bu memleketin kadri kıymeti pek bilinmemiş çok değerli bir evladı düştü düşüme: Mustafa Miyasoğlu (1946, Kayseri-2013, İstanbul)…

Sevgili dost Abdurrahman Şen’in CRR’deki makam odasında bir toplantıdayız. Telefon çalıyor. Arayan Mustafa Miyasoğlu. Yine uzun telefon konuşmalarımızdan birini yapıyoruz. Heyecanla anlatıyor. “Toplantı” diyorum, “Abdurrahman abi” diyorum ama beni dinlemiyor. Devlet ve zihniyet meselesi kafasına takılmış. “Sözüme geldiniz değil mi?” diyor. Devlet mi zihniyetten, zihniyet mi devletten çıkar sorularını soruyor ama cevabını yine kendisi veriyor.

Sonra Kayseri’de oluyoruz. Talas tepelerinden Kayseri’yi seyrediyoruz. Böyle bir fotoğraf karesi de var arşivimde. Bana artık şiir yazmadığını anlatıyor. Ama şiir okuyarak: “Ucunda korku var gülüşlerimin/Arka arkaya bıraktım pabuçlarımı/Bütün ağaçlar seni söyler/Yırtık resimlerin gülüyor bana/ Bütün perdelerin ardında sen…”

Bütün seyahatlerinde ve toplantılarında yanında olan…

Büyük bir dikkat ve rikkatle o konuşurken yahut şiir okurken gözlerinin içine bakan eşine gülümsüyor yine…

Uyandığımda yüzümde tatlı bir tebessüm, gönlümde buruk bir sitem ve dilimde uzun bir ‘ahh’ vardı.

Ölüp gidiyoruz. Bu ülke insanını anlamak için yürüdüğümüz yolda çektiğimiz çilelerin yansıması olan eserler bırakma gayreti ile yaşıyoruz. İyi-kötü, derinlikli-sığ hiç fark etmez. Kendini fildişi kulelerde görüp vıcık vıcık hamasetle “vatan, millet” edebiyatı yapanlardan ayrı tutuyoruz kendimizi. Onlar kendi dünyaları için yaptıklarının karşılığını elbette alıyorlar. Mustafa Miyasoğlu ve onun gibi önden giden çile sahiplerinin payına ise nisyan düşüyor. Bizim payımıza da düşecek olan o. Olsun. Bir eserimiz, bir dizemiz, bir sözümüz asılsın dünya boşluğuna yeter.

Bizler, 1980’li yılların, üzerinden silindir geçmiş gençleri işte bu yüzden biraz sitemkârız…

Elimde bazı fotoğraf kareleri var:

Şair ve yazar büyüğümüz eğitimci Abdulvahap Akbaş, şair Nazir Akalın, şair Hüseyin Alacatlı, şair ve ‘büyük gönüllü’ insan Erdem Bayazıt, nesne şairi Sedat Umran, mahzun Mehmet Zeki Akdağ, coşkulu Tahir Kutsi Makal, yumruğu her daim sıkılı Dilaver Cebeci, boynu bükük Abdurrahim Karakoç, Dolunay esintili Bahaettin Karakoç, ‘sessiz gürültülü’ Abdullah Ö. Hacıtahiroğlu, bir ıslık adam İlhan Geçer, dev Nuri Pakdil, mazlum Alaeddin Özdenören, Dadaş dilli Hasan Ali Kasır…

Daha onlarca isim…

Hepsi bu çeyrek asır içinde aynı fotoğraf karesinde bir araya geldiler. Şiirler söylediler. Memleket meselelerini tartıştılar. Üzüldüler. Yumruk sıktılar. Meydanlara çıktılar. İnzivada çile doldurdular.

Ve çekip gittiler asıl yurtlarına…

Şimdi bu yazıyı okuyan dostlar…

Bir çırpıda aklıma gelenlerden kimin hangi şiirini, hangi dizesini, hangi yazısını, hangi sözünü hatırlıyor diye sorsam…

Biliyorum ki hüsrana uğrayacağım.

Aşkın, çilenin, hizmetin, zühdün anahtarı bu saydığım ve birçoğunu unuttuğum değerlerin çekmecelerinde gizli.

Yaşayanlar henüz yanı başımızda. Şimdilerde mikrofon uzattığımız, tehlike anında camını tıklattığımız, müşkülümüz olduğunda yol yordam sorduğumuz –sayıları iki elin parmakları kadar kalmasa bile- ustaların, üstadların, büyüklerin kaderini görmek açısından bu rüyayı paylaşmak istedim.

Bu hep böyle değildir elbette.

Hep böyle olmayacaktır.

Ama en azından benim yaşadığım çağda…

Benim gördüğüm kadarıyla…

Bu böyle olmuştur ve sanıyorum böyle de devam edecektir.

Tekrar başa dönersek…

Bir rüya ile kendini hatırlatıp dua isteyen sevgili büyüğüm Mustafa Miyasoğlu şahsında önden giden bütün ahbapları, dostları, ustaları rahmetle yad ediyorum.

Ve en azından Miyasoğlu üstadın romanlarından (Kaybolmuş Günler, Dönemeç, Güzel Ölüm, Bir Aşk Serüveni, Yollar ve İzler), şiir kitaplarından (Rüya Çağrısı, Devran, Hicret Destanı, Bir Gülü Andıkça), denemelerinden (Edebiyat Geleneği, Devlet ve Zihniyet, Muhacir, Kültür Hayatımız, Roman Düşüncesi ve Türk Romanı) birine dikkat kesilmenizi tavsiye ve teklif ediyorum.

El Fatiha…