Her şey, kaynağından uzaklaştıkça kirlenir, asli vasfına eklenmeler, karışmalar olur. Ne kadar ilâve olursa, kirlenme o kadar çok olur. Ya çok korunaklı bir şekilde ilerlemesi sağlanmalı ya da her seferinde kaynağa en yakın yerden istifade edilmeli. Bu özellikle de bilgi için böyledir.

Bizim iki kaynağımız vardır: Kur’an-ı Kerim ve Peygamber efendimiz (s.a.v.). Biz bu iki kaynağı daha iyi anlamak için alimleri, eserlerini takip ederiz, okuruz, dinleriz ve öğreniriz. Son zamanlarda fazlaca bilgi kirliliği olduğunu düşünüyorum. Her şey açık açık ortada iken, dinde olmayan şeyleri dindenmiş gibi göstermek, dinde sınırları belli hususların sınırlarını daraltmak, Peygamber efendimizin pak hayatından almamız gereken şeyleri alabilmemiz için onları daha net hale getirmek gerekirken, üzerini örtmek, bilerek ya da bilmeyerek hayatın dışında tutmak gibi alışkanlıklarımız oluştu. Bu insanın hareket alanını daraltmak, nefes alamaz hale getirmek demektir. Bu, insana eziyet hatta zulümdür çünkü helâl dairesi keyfe kâfidir. Bunu şahıslar değiştirip, genişletip ya da daralttıklarında, hem Allah’a (c.c) karşı ciddi bir cürüm işlemişler, hem de insana zulüm etmişler demektir çünkü dinin anlamını yitirdiği yerde haksızlıklar, eziyetler, zulümler başlar.

Din nefes aldırır

Dindar olup da eziyet edeneler, dindar olup da “Ben bilirim” diyenler, kendine göre haklı gerekçeler üreterek karşısındakine sözlü ya da fiili şiddet gösterenler, dışarıda melek, içeride zehir zemberek olanlar, kirli bilgilerden dolayı bilgi zehirlenmesi yaşamışlar demektir. Kirli ve gerçek olmayan bilgiler ile hareket ettikleri ve kültürel gıda zehirlenmesi yaşadıkları için de, zarar verici şekilde davranırlar. Yani asıl kaynaktan uzaklaşmışlar ve en başta kendilerine zulmetmişlerdir. Dindarım deyip de “İslam ahlakını nasıl edinebilirim?” sorusunun cevabını öğrenmezsek; hem dinin, hem bizden zarar gören ya da bizden dolayı dinden soğuyan insanların vebali, hem bu dünya da hem de ahirette peşimizi bırakmaz.

İnsanı kâmil olmak için doğduk

Biz ilk emir olarak öğrenmekle mesul tutulmuş bir ümmetiz. Kur’an-ı Kerimi okumakla, Peygamberimiz (s.a.v.) bu ayeti nasıl anlamış ve nasıl yaşamış onu öğrenerek ona uygun yaşamakla mesulüz. İki kaynağımızın öğrettiklerine ters bir durum varsa, o başka kaynağın karışmasındandır. Yanlışa çakılı kalmak; aklın körelmesinden, arayışı bırakmasından, kendisinin çok daha iyi olabileceğini bilememesindendir. Okumayan bir insan olmak, bir insanın kendisine yapabileceği en büyük kötülüktür. O insan karanlık bir dünyada yaşar ve aydınlık onu rahatsız eder.

Her insan kendisinden mesuldür.

Kim ne derse desin, birileri bizi anlasın ya da anlamasın, karanlık dünyaların temsilcileri bizi karanlık bir hayata sürükleyememeli. Her insan kendi hayat gemisinin cüz-i irade sınırları içinde kaptanıdır. Sınırlarını daraltan ya da haddi aşanlara karşı, bir duruşla cevap verebilmeli. Bunun içinde sınırlar bilinmeli, sınırların bilinmesi için de hakiki kaynağa yönelip Rabbimizin ayetlerine ve Peygamber efendimizin hayatına bütün bedenimizle ve bütün yüreğimizle yönelmeliyiz. Bilelim ki, tertemiz bir kaynağa ağzımızı dayamadıkça, insana ve insanlığa rahat yoktur.