Namus kelimesinin ırz, doğruluk, din, iffet, haya, şeref, emniyet, kanun, edep gibi tanımları var.

Bir kişinin sırlarına vakıf olup onu koruyana ‘namuslu’ denir. Ve bu sır o insanın namusudur.

Cebrail, vahiyle ilgili öteki meleklerin bilmediği sırlara sahip olduğu için ‘namus-ı ekber’ sınıfındadır.

Mübarek dinimize ‘namus-ı ilahi’ diyoruz.

Ramazanda oruç yiyene ‘namus perdesini yırttı’ deriz. Çünkü Ramazan ayı dinin namusudur.

Edepsiz, güvenilmez, hayâsız, iffetsiz, kanunsuz kimseler için namussuz deriz.

Ve hiç hoş karşılanmasa da…

İnsan en darda kaldığı zamanlarda namusu üzerine yemin eder.

*

O yüzden…

Bugün lime lime edilip yutulan…

Ve artık İsrail’in öldürücü pençe için gün saydığı İslam yurdu Filistin bizim namusumuzdur. Bizim, yani hakiki Müslümanların…

Filistin’in namusunu Tel Aviv şebeği Birleşik Arap Emirine…

Pentagon kuklası Suud Prensine…

Fare gibi tehlikeyi gördüğünde ilk deliğe saklanan diğer abur cubur kabile devletlerine bırakamayız.

Filistin, bize –sadece- siyasi bir emanet değildir. İmani bir mirastır. Filistin’in kadim şehri Kudüs, kutlu Mekke gibi, müjdelenmiş İstanbul gibi Müslüman’ın başkentidir.

Doğu Türkistan da öyle…

Arakan da…

Suriye de…

Irak da…

Hatta devasa Suud çadırı ve Mısır zindanlarındaki hakiki Müslümanlar da…

*

Mahatma Gandi’nin 4 Şubat 1916’da Benares’te yaptığı tarihi bir konuşma vardır. Der ki: “Dilimiz, bizi, kendimizi yansıtır ve eğer bana derseniz ki, bizim dilimiz en iyi düşünceleri ifade etmek için yetersizdir, o zaman ne kadar çabuk dünya yüzünden silinirsek, bizim için o kadar iyi olur, derim.”

Tam da böyle bir travmanın içindeyiz.

Koca bir silgiyle üzerimize abananlarla mücadele etmek yerine bütün bedenimizi silginin altına yatırıyoruz. Mandayı, sömürüyü, bağımlılığı içselleştiriyoruz.

Koronavirüsle yeni bir çağın eşiğine gelen dünya, yeni bir ruh arayışında iken…

Eğer Müslümanlar özgür iradeleri ile bu yeni ruhun esintisinde titreyip kendine gelemiyorsa…

Ne Filistin’e, ne Arakan’a, ne Doğu Türkistan’a faydası olacaktır.

*

Allah, yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin çoğunu Müslümanlara hediye etti.

Dünyayı, demokrasi için güvenli bir yer haline getirme komedisinin sahibi İngiliz aklı, akılsız Müslümanların elindeki bu mirası kolayca kendi kasalarına aktardı. Ve onlar, boyun eğmez bir saldırganlık ruhu ile kendilerini haklı çıkarmak için hala kuyruğu dik tutuyorlar.

*

Namuslu bir Müslüman, “Yahudi halkının yetiştirdiği en yetenekli elçi” olarak tanınan Chaim Weizmann’ın, Kudüs’te verdiği (25 Kasım 1936) konferansta, “Yahudiler, Filistin’i yüreklerinde taşımaktadır” sözlerini nasıl unutabilir?

Filistin topraklarını parça parça gayrimeşru İsrail devletine dahil etme projesi yeni değil. Filistin çıbanı, Sultan Abdülhamit’ten bu yana her 30 yılda bir uç verir. Ve bu sancıyı Türkiye Müslümanları dışında hiçbir Müslüman ülkenin dert etmemesi acıdır.

İkinci Dünya Savaşı’nın en önemli sonuçlarından biri, yurtsuz Yahudiler’e devlet kurma imkânı vermesidir. Tarihi bu sayfadan okumaya çalışmak bizi doğru bilgilere götürür.

Diyordu ki Weizmann: “Yahudiliği özel kılan şey, Yahudiliğin Filistin’e olan bağlılığıdır. Bizler inatçı ve hafızası kuvvetli bir halkız. Asla unutmayız. İster talihimiz, ister bedbahtlığımız olsun, Filistin’i asla unutmadık.”

Filistin’i ‘asla’ unutmadıkları için bu konuşmanın üzerinden yaklaşık 30 yıl geçtikten sonra bir ‘devlet’e kavuştular…

Dahası kavuşturuldular…

Ve bunun karşılığını bugün dünyaya hükmeden Yahudi sermayesi ile ödüyorlar.

1917’de yayınlanan Balfour Bildirisi’nde, İngiliz Lord Cecil’in şu önerisi de doğru tarih okumaları sırasında karşımıza çıkar:

“Arabistan Araplara, Yahuda Yahudilere, Ermenistan Ermenilere…”

Yahudi, Filistin’i namusu olarak gördü, sahiplendi. Bütün namussuzların desteğini de alarak kadim İslam yurduna çöktü.

Müslümanlar ise ezel-ebed namusları olan Filistin trajedisine kör, sağır ve dilsiz.

Ne diyelim…

İnşallah “uygun bir zamanda” namussuzluklarıyla daha da sınanırlar.