İstanbul Teknik Üniversitesi’nin bir dünya üniversitesi olabilmek için çok büyük bir potansiyeli var. Ancak İTÜ’nün, Times Higher Education’ın yaptığı dünya sıralamasındaki yeri gittikçe geriye gidiyor.

Açıklanan sonuçlara göre, 2016 yılında İTÜ ilk 500’e giremedi. Bu yıl, İTÜ, dünya sıralamasında 501-600’üncü sıralar arasında yer aldı. İstanbul Teknik Üniversitesi, 2012 yılında ise, dünyada 276-300 üncü sırada yerini almıştı. İTÜ gibi bir üniversitenin yerinde sayması bile kabul edilemeyecek bir olguyken, son dört senede takriben 300 sıra geriye gitmesi gerçekten alarm verici bir durum.

Dört senede bu üniversite hangi konularda geriye gitmiş diye baktığımda, enteresan bir şey gördüm. En yüksek puan düşüşü yaşanan alanlardan biri makalelere yapılan atıflar. İTÜ adresli makalelere yapılan atıflar dört senede neredeyse yarı yarıya düşmüş. Makaleye yapılan atıflar aslında bir makalenin kalitesini gösterir. Peki dört senede değişen ne ki atıflar yarı yarıya azalıyor? En önemli değişim yaşanan alan üniversitenin insan kaynakları politikası. Rektörlük, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde doktoralarını tamamlayan araştırma görevlileri, yani 50-d’liler İTÜ’de  öğretim üyesi olarak kalamaz diye bir karar aldı. Yüzlerce araştırma görevlisi, İTÜ’den atıldı.  Amerika’da uygulanan bir politika bu. Orada çalışmış. Ancak başka bir ülkede çalışan bir politikayı, Türkiye’nin şartlarını hiç dikkate almadanburaya aynen uygulamak ne kadar doğru? Batı ülkelerinde, doktora yapınca özel sektörde bile maaşlarda önemli artışlar oluyor. Burada ise, doktora derecesinin pek çok sektör için hiçbir anlamı yok. Amerika dünyanın en iyi üniversitelerinin bulunduğu bir ülke. Amerikan üniversiteleri, dünyanın en iyi beyinlerini çekiyor.  Avrupa ve ABD üniversitelerinde bir profesöre 10-15 doktora öğrencisi düşüyor. Bizde ise, İTÜ’de bazı kürsülerde, bu 50-d politikası yüzünden, 10 hocaya bir asistan düşüyor.

Eskiden İTÜ’de doktora öğrencisi olarak öğretim üyelerinin araştırmalarına, projelerine ve laboratuvarlarına kaliteli öğrenci çekmek mümkün olurdu. Şimdi öğrenci niye ben İTÜ’de doktora yapayım ki nasılsa bitirince atıyorlar diyor. En kaliteli öğrenciyi Amerikan üniversitelerine kaptırıyoruz. Bir üniversite yönetiminin ben sadece Amerika doktoralı öğretim üyesi alırım demesi, kendi yaptırdığı doktorayı değersizleştirmesidir. Artık İTÜ mezunu en parlak beyinlerimiz,Amerikan üniversitelerine doktora yapmaya gidiyor,Amerikan üniversitelerinin laboratuvarlarına, araştırmalarına, stratejik bilimsel projelerine katkı veriyor. Sonra gidenlerin döneceği ne malum? Resmen kendi elimizle beyin göçünü körüklüyoruz. Yurt dışı tecrübesi tabii ki önemli. İTÜ, doktoralı araştırma görevlilerinin en liyakatli olanlarını yurtdışına 3 seneliğine doktora sonrası araştırma yapmaya göndermeli, ama atmamalı. Mevcut durumda, İTÜ hocaları da doktora öğrencisi bulamaz olmuş. Laboratuvarları emekliliği yaklaşmış profesörler bekliyor. Çalıştıracak ne asistan var ne de teknisyen. Olan asistanları da 50-d ile atıyoruz. O zaman bu projeleri kim yapacak? Yayınları kim yazacak? Kaldı ki doktorayı İTÜ’de yapmış araştırma görevlileri içinde 30’un üzerinde Science Citation Index’te makalesi olan, binden fazla atıfı olan gençler var. Bunların içinde bilimi bırakıp hayatının geri kalanını maliye bakanlığında müfettiş olarak geçirenler var. Yazık değil mi?

Tüm 50-d’li asistanları İTÜ’de öğretim üyesi yapalım demiyorum. Ama liyakatlileri, çalışkanları da atmayalım. Bir kısmını öğretim üyelerimizin projelerinde iç post-doc (doktora sonrası araştırmacı) yapalım. En liyakatlilerini ise, İTÜ’de öğretim üyesi yapalım, sonra biz yurtdışına 3 seneliğine gönderelim. Tam bağımsız bir ülke olmanın yolu, bilimde, teknolojide en ileri olmaktan geçiyor. Bu ise yetişmiş insanla mümkün.