“Yeis öyle bir bataktır ki düşersen boğulursun, ümide sarıl sımsıkı seyret ne olursun” diyordu ya Mehmet Akif Ersoy. İşte millet olarak acılarla sınandığımız şu günlerde ümide ve iyi insanlara olan ihtiyacımız o kadar çok ki…

Sabah akşam dost sohbetlerinde de sanal âlemde de neredeyse ana temamız iyi insana rastlayamamakla ya da iyilik yaptığımız insanlardan kötülük görmekle alakalı. Dost bildiğimiz insanların sırtımızda vurmaları üzerine o kadar çok söz, atasözü, vecizeler yazılıyor ki daha doğrusu kopyalanıyor ki…

İşte bu yazımızda örneğini neredeyse rastlamaya hasret kaldığımız, tek derdi iyilik etmek olan insanların hikâyesinden bahsedeceğiz. Daha doğrusu hikâyeciliğimizin yaşayan en büyük ustası Mustafa Kutlu’nu kaleminden bu beş iyi insanın nasıl iyi olmayı başardıklarını çok özet olarak anlatacağız sizlere. Kitabımızın adı: İYİLER ÖLMEZ.

Bu hikâyenin yazarı içimizdeki insanları anlatan, okurken sessizce yüreğimize dokunan ve hâlâ millet için yazanların olduğuna bizi inandıran Mustafa Kutlu. Hikâyesinde her insan bir hikâyedir görüşünden yola çıkılarak beş ayrı insanın hayatından kesitler sunuyor bizlere. Sonrasında bu hayatlar bir mahallenin kahvesinde birleştiriyor. Peki nasıl mı? 

Kahveci Hacı Kadir’in mekânıyla başlayalım: Hacı Kadir, eski kabadayılardan, vaktiyle içeri girmişliği var. Tövbe edip üstüne bir de hacca gidince babadan kalma kahveyi ve oteli işletmeye başlamış. Adının önüne hacı da eklenince olmuş Hacı Kadir. Gariplerin babası, otelinde kalan yoksullardan beş para almaz, yedirir, içirir. Evet tam da burada başlıyor iyilere olan inancımız. Bugün marka restoranların bir kediyi bile kapılarına yaklaştırmadığını görünce bize çok Kadir Ağabeyler lazım demeden edemiyoruz.

Diğer kahramanımız Ressam Sıtkı: Sıtkı, aileden yoksul bir çocuk. Ayakkabı boyuyor ama tek eğlencesi resim yapmak. Bir gün bu yeteneğini Hayri Bey fark ediyor. Hayri Bey zengin resme meraklı bir adam. Sıtkı’yı Güzel Sanatlara göndermek istiyor. Olacak bu ya bizim oğlan adamın kızına vuruluyor. Kız yüz vermeyince hayata küsüyor. Sırtında çanta vuruyor kendini yollara o yol bir gün onu Hacı Kadir’in kahvesine düşürüyor arkadaş oluyorlar.

Fotoğrafçı Mustafa: Mustafa öksüz bir gariban babasının yanında fotoğrafçılığı öğrenmiş, babası rahmetli olunca da mahallelinin yanında büyümüş biri. Alın size bir ders daha. Bir öksüzü büyütmek için tüm mahalle seferber. Bizim küçümseyerek önünden geçtiğimiz yırtık ayakkabılı çocuklardan biri imiş işte Mustafa.

Civan: Civan da hayat vurgunu, anası onu bırakıp gitmiş. Babası da onun peşinden hani namus davası… Civan mahallelinin elinde büyümüş ev bark vermişler, beş kuruş kira istememişler. Bugün olduğu gibi bana ne canım, devlet var, vakıf var dememiş o zaman kimse.

Doktor: Zengin bir ailenin tek evladı. Doktor olmuş. Bahtı güzel değilmiş demek bir hayırsıza gönül verip evlenmiş. İhanete uğrayınca da gelip bu kasabaya yerleşmiş. Diğer üç gariban doktora bir ev bir de poliklinik bulmuşlar. Yoksullardan para almıyor doktor, üste para veriyor. Günümüzde nerdeee böyle doktorlar demeden geçemiyor insan.

İşte bu dört kafadar Hacı Kadir’in kahvesinde öyle projelere imza atıyorlar ki belediye reisi onlara bile bize iş bırakmadınız diye nükte yapıyor. Yaptıkları projelerden bazıları: Aşevi -Yardıma muhtaçları otel de ağırlamak -Hastaneye gelen refakatçiler için yatakhane yapımı…

Üstelik bunları yaparken hiçbir çıkar gözetmeden kimsenin önünde ceket iliklemeden yapıyorlar. En büyük ödülleri Kadir’in kahvesinde aynı melemene ekmek banmak. Mutluluğun adı da bu onlar için.

Öykünün sonunu okumanıza teşvik amacıyla paylaşmıyorum. Bu eseri okuyun ve sonunda “İYİLER ÖLMEZ” düsturunu yüreğinize işleyin. İyilerin ve onların iyiliklerinin suyu yüzü hürmetine yaşadığımız bu dünyada Allah bizlere de iyi olmayı, iyilik yapmayı nasip etsin.