İşte bir âyet-i kerîme: “Sabrederler, dürüst olurlar, huzurda boyun bükerler, hayra harcarlar ve seher vaktinde Allah’tan af dilerler.” (3 Al-i İmran 17.)

İyi kulların sıfatları sayılırken yine şöyle denilir:

“-Emanetlerine ve ahitlerine riayet edenler.” (70 Mearic 32.)

Buna dair sahih bir rivayette Efendimiz (sav) şöyle buyururlar:

“-Gerçek mü’min, halkın kendisinden malı ve canı hususunda emin olduğu kimsedir.

 Hakiki muhacir de hata ve günahlardan hicret eden kimsedir.” (İbn Mace, fiten 2.)

Ahzab Suresi’ndeki şu uzun ayet-i kerime ise; kadın ve erkekleri bizzat zikretmek suretiyle bakınız nelerden bahseder:

“-Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, taata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, (niyet, söz ve hareketlerinde) doğru erkekler ve kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazı erkekler ve mütevazı kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya;

 (İşte) ALLAH bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (33 Ahzab 35.)

 

 PEYGAMBERİMİZİ KOCATAN SÛRE

Rivayete göre Peygamberimiz (sav);

“-Beni Hûd Sûresi kocattı,” buyurmuşlardı.

Zira bu surede Rabbimiz O’na;

 “- Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (11 Hûd 112. Tirmizî, tefsîru sûre 56.) emrini vermişti. Tabii ki bu emir, aynı zamanda O’nun ümmetine de idi.

Zaten O hakikaten, ta çocukluğundan beri dosdoğru idi. Ama yine de Allah’ın bu hatırlatması, Rabbinin rızasına çok düşkün olan Efendimizi bir hayli yıpratmıştı. Bir de O’nun asıl korkusu, ümmetinin bu konuda titizlik göstermemesiydi.

Bir başka âyet-i kerimede ise, iman edenlere şöyle seslenilir:

“- Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun!  (9 Tevbe 119.)

BÜYÜK MÜJDE

Ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde zikredilen bütün bu hakikatler, gerçek mü’minlerin sıfatlarıdır. Onlara sahip olan kişiler, nefsini terbiye etmiş olgun kimselerdir. Rabbinden korkan ve O’nun rızasını talep eden bu mü’minler için, tabii ki ebedi olan Cennet va’di vardır:

 “- Rabbinin makamına varmaktan korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştırana gelince, şüphesiz onların barınağı ancak cennettir.”  (79 Naziat 40–41.)                 

Kişi öncelikle kendi hatalarını görmeli ve onları giderme yollarını araştırmalıdır. Bu da bir hastalık gibi düşünülerek, onun tedavisi için gayret etmelidir. Zira bu bedenin hastalıkları gibi, nefsin de hastalıkları vardır.

Bedenin hastalığında nasıl ki doktora müracaat ediliyorsa, nefsin hastalıklarının tespitinde de, tabii ki manevi doktorlara başvurmak gerekir. Allah’ın dinini iyi bilen ve bu güzel dini iyi yaşayan âlim ve de velilerden olan o zatlar, insanın manevi hastalıklarını tedavi ederler. Onları Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) in sünnetleriyle, Allah’a yaklaştırır, O’nu sevmelerine vesîle olurlar. Yolu bilmeyene kılavuzluk etmek gibidir bu.

NEFSİN TERBİYESİ

İmam-ı Gazali (ra) bu konuyu şöyle izah eder:

“- Nefsin ayıp ve noksanlarını bilen, felâket ve âfetlerin mâhiyetlerini kavrayan basiret sahibi mürşid ve âlim kimselerle ülfet edip, nefis mücahedesinde böyle zatların tavsiyelerine uymak gerekir. Bu, talebenin hocasıyla olan münasebetidir. Talebenin ayıplarını ve onları gidermenin çarelerini hocalar gösterir. Yahut da kişi dindar, doğru ve görgülü arkadaşlar bulmalıdır. Çünkü o arkadaş, fiil ve hareketlerinden iyi olmayanlar hususunda ikaz eder.

Hz. Ömer (ra);

“Bana ayıplarımı gösteren kimseye Allah (cc) rahmet etsin” derdi.”

Kardeşlerim, gerçek olan bir hakikat var ki, nefsimiz bize kötülüğü emreder. Hep dünyayı ve dünyalığı ister.

Bakınız bu hakikati Rabbimiz nasıl beyan buyurur:

“-Şüphesiz nefis aşırı şekilde, kötülüğü emredicidir.” (12 Yusuf 53.)

Hal böyle olunca, biz onun istek ve arzularının zıddını yapacağız ki, onu terbiye edelim.

Ona her istediğini verir, her arzusunu yerine getirmeye çalışırsak, istek ve arzularının arkası kesilmeyecek ve bizi Rabbimizin rızasından uzak kılacaktır.

Çünkü onun bu durumu, dünyadaki imtihanımızın bir cephesidir. Bu cephede savaşacağız ve ona Rabbimizin emir ve yasaklarıyla cevap vereceğiz ki, imtihanı başarmış olalım.

İşte bu başarıyı elde etmiş kullardan sizlere bir tablo daha! Bakınız şu eşsizliğe!

“-O kullar, verdikleri sözü yerine getirirler; fenalığı oldukça yaygın olan bir günden korkarlar.

-Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği; yoksula, yetime ve esire yedirirler.

-“Biz size Allah rızası için yemek yediriyoruz, sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz.

-Biz çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden korkarız,” (derler).” (76 İnsan Sûresi 7–10.)                 

                           

MÜ’MİN, MÜ’MİNLE KARDEŞTİR

Mü’min, mü’minle kardeştir şüphesiz. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim de şöyle beyan edilerek nasihat edilir:

“- Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki; esirgenesiniz.” (49 Hucurat 10.)

Bu gerçeğe göre, mü’minler kardeşçe geçinmelidir. Bu kardeşliğe halel getirecek her kötülükten de kaçınmalıdır. Şayet kardeşler arasında bir tatsızlık olmuşsa, onları barıştırmak ve yakınlaştırmak da, yine mü’minlere düşer. Her konuda olduğu gibi bu konuda da en büyük etken şüphesiz ki, Allah korkusudur. Rabbinden korkusu çok olanın, O’nun katında değeri de çoktur:

“- Muhakkak ki Allah katında en kıymetli ve en üstün olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haberi olandır.”  (49 Hucurat 13.)                           

İşte kişiyi ahlâken olgunluğa sevk eden en büyük amil; ALLAH Korkusudur. Mehmet Akif’in şu beyti ne kadar anlamlı:

“ Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır,

Fazilet hissi insanlarda, Allah korkusundandır.”

GÜZEL SÖZ

Bir ayet-i kerimede, güzel sözle ibadet nasıl bir araya gelmiş bakın;

“- İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin!” (2 Bakara 83.)                                                       

Tabiidir ki namaz kıldığı halde insanları azarlayan, onları hor gören, aldatan ve tepeden bakarak geçici varlık ve makamına güvenen bir mü’min düşünülemez. Şayet namaz kılıp zekât verdiği halde, ahlâken seviyesi düşük bir halde ise, hemen şu ayetler aklımıza gelir ki, Cenab-ı Hakk hepimizi böyle bir durumdan korusun:

“- Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, namazlarını şuursuz bir şekilde kılmaktadırlar.” (107 Maun 4–5.)

Bakınız iyi insanların sıfatlarına… Namaz kılan ve zekât veren kulların özelliklerine… Ne kadar da güzel toplamış yüceler yücesi Rabbimiz şu ayet-i kerimede:

“- Asıl iyilik o kimsenin iyiliğidir ki; Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır.

Allah rızası için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunan köle ve esirlere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir… Antlaşma yaptığı zaman, sözlerini yerine getirir…

Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Muttakiler ancak onlardır.” (2 Bakara 177.)      

                              

AHLÂKIN ÖNEMİ

Bilinen bir gerçek vardır ki; ahlâken çökmüş, adaleti sarsılmış devletler yıkılmaya mahkûmdur. Devletlerinin de boyunduruk altına girmeleri mümkündür. Bu gerçek de, ahlâkın önemini kuvvetlendirmeye kâfidir. Nesillerin temiz ve sağlıklı olması için, ırz ve namus gibi mukaddes değerlerle, aile yuvalarına çok dikkat gösterilmeli, fuhuş ve zinâ yolları daima kapalı tutulmalıdır. Bunlara götürücü her türlü basın ve yayın organlarına daima savaş açmak ise, mü’minlerin cihadı içerisine giren önemli vazifelerinden olduğu hiç unutulmamalıdır.

Bu yollarla nice genç kız ve kadınlarımız tuzağa düşürülüyor. Tozpembe hayallerle bezenen ve nefse hoş gösterilen zevk, eğlence ve lüks hayat hayalleriyle aldatılan nice bacılarımız var ve maalesef devam etmekte. En kıymetli değerler yok edildiği gibi, aile yuvalarının mahvına ve yıkımına da sebep olan rezaletler… Arkasından içki, kumar, esrar ve eroin alışkanlıkları…

GENÇ ERKEK VE GENÇ KIZLARIMIZ!

Hakikati görünüz. Bataklık ve uçurumlara düşmeyiniz. Bilesiniz ki boyalı basın ve görkemli yayınlar, bizi özümüzden koparmak için yıllardır uğraşan kâfir ve münafıkların oyunlarıdır. Bilhassa Anadolu’dan gelmiş masum genç kız ve erkeklerimizi kolayca kandırarak, madde ve şehvet yoluyla arzu ettiklerine ulaşıyorlar.

O halde kendinize ve arkadaşlarınıza Allah rızası için sahip çıkın kardeşlerim. Unutmayın ki, böyle bir hayatın sonu hüsran ve felakettir.

Güzel dinimiz İslâm, işte bu sebeplerden dolayıdır ki fuhşa dair konuşmaları ve fuhşa giden yolları yasaklamıştır. İçki ve uyuşturucu için de emir böyledir. Hatta bu günlerde zararları iyice açığa çıkan sigaradan bile, kaçınmak gerekir. Allah yardımcımız olsun. Ahiretin cennetini kazanmak için gayret edelim!