Dünyaca ünlü Brezilyalı yazar Paulo Coelho’ nun Simyacı isimli kitabında anlatılan bir hikâyede: “Kral gencin eline, içinde sıvı yağ bulunan bir kaşık verir ve bu yağı dökmeden sarayını dolaşmasını ister. Genç, yağı dökmeden sarayı dolaşıp gelir.

Kral gence; salondaki acem halılarımı gördün mü? Diye sorar. Genç görmediğini söyler. Kral, bahçesini görüp görmediğini sorar. Genç görmediğini söyler. Kral, değerli kütüphanesini görüp görmediğini sorar. Genç yine görmediğini söyler. Bunun üzerine kral, gencin sarayı ikinci kez dolaşmasını, ancak bütün bunlara bakmasını söyler.

Genç, sarayı dolaşıp gelir. Her şeyi görmüştür ancak kaşıktaki yağı da dökülmüştür. Kral gence: Bilgelik, kaşıktaki birkaç damla yağı dökmeden dünyaya bakabilmektir.” Şeklinde öğüt verir. Bu hikâyeden yola çıkarak insanları üç gruba ayırabiliriz: Birinci grubu: kaşıktaki yağı dökmeyen, ancak dünyadan da nasibini alamayan insanlar. İkinci grup: anlık hazlar peşinde koşup, yağı ve kaşığı kaybedenler. Üçüncü grup ise: Simyacıda önerilen türde yaşayanlar.

İsteyen herkes üçüncü gruba girebilir. Kendimizi eğitirsek, kaşıktaki yağı dökmeden dünyaya ve bu arada kendimize bakmayı öğrenebiliriz. Kaşıklarındaki yağı dökmeden, görev ve sorumluluklarını aksatmadan; dünyaya bakabilen ve onun manasını anlama gayreti içinde nimetlerinden meşru olarak istifade edebilenler yer almaktadır.

Farklı bir açıdan bakılırsa, saraydaki güzellikler, parayı ve parayla satın alınabilenleri temsil eder. Kaşıktaki birkaç damla yağ ise parayla satın alınamayan ahlâk, fazilet, izzet, şahsiyet, istikamet, emniyet, dürüstlük gibi insanî değerleri temsil eder. Hikâye bu şekilde yorumlanırsa; hayatın bilgeliği, paraya ve parayla elde edilebilenlere sahip olunduğunda, parayla satın alınamayan değerlerin (sevgi, fedakârlık, karşılıksız verme, iyilik etme, paylaşma, vefa, dostluklar, dürüstlük vb.), hâlâ kaybedilmemiş olması ve bu değerleri yeniden üreterek gelecek nesillere taşıyabilmektir.

İMAN VE SALIH AMEL

Asr Suresinde “Asra yemin olsun ki, muhakkak insan kesin bir ziyan içindedir. Ancak iman edip de sâlih amel (ve hareket) ler de bulunanlar, hem de birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariçtir (onlar ziyandan kurtulmuşlardır).” Merhum A. Hamdi Akseki Vel Asr Tefsiri isimli risalesinde diyor ki: “İnsanlar ‘Bu zaman ne kadar da kötü, bu zaman ne kadar da çabuk geçiyor’ şeklinde zamana söverler, zamanı lanetlerler.

Allah asra yemin ederek yüzyılı ya da ikindi vaktini kast etmiyor, mutlak anlamda insan yaşamını, ömrü kastediyor ve ömrü değerli kılıyor.” Der. Zamanın içinde ömür süren insanlar ziyandadır. Ayetin devamında bu durumdan kurtulmanın yolunu anlatılıyor: İbn’ül vakit olmak ya da ebu’l vakit olmak. Zamanı yaşamaktan ziyade zamana hükmetmeye kadar giden bir süreç.

İmanın zamanla ilgisi nedir? İnsan iman ettiğinde bu dünyanın sonlu olduğunu ve sonrasında sonsuz bir ahiret yaşamının olduğunu anlıyor. Ahiretle dünyayı kıyasladığınız zaman, sonlu olanı sonsuz olana böldüğünüz zaman sonuç sıfırdır. İnsan imanla asıl zamanı fark ediyor, asıl olanın ahiret hayatı olduğunu fark ediyor.

Ankebut 64. Ayette: “Bu dünya hayatı, bir eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Âhiret yurdu ise, elbette (asıl yaşanacak) ebedî hayat odur; keşke bunu bilselerdi.” İnsanlar hüsrandadır. İman ve Salih amelle insan zamanı lehine döndürür. Zamanla ilişkisini sağlıklı temeller üzerine oturtarak kendisini inşa eder ve “ibnül vakit” olur. Buna göre zamanla ilişkimizi düzenleyen diğer iki esas: “Hakkı ve sabrı tavsiye etmek.” Bunu gerçekleştiren insan da “ebul vakit” tir