Bugün 28 Şubat süreci ya da diğer adıyla aşağılık postmodern darbenin 23’üncü yıl dönümü. Aslında ‘iyi şeyler’in yıl dönümleri hatırlanır ama bu dönem öyle ağır travmalar bıraktı ki, karabasan etkisi hâlâ devam ediyor.

Kısaca hatırlayalım: Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın başbakan, Prof. Dr. Tansu Çiller’in dışişleri bakanı olduğu 28 Şubat 1997’de olağanüstü toplanan Milli Güvenlik Kurulu tahrip gücü yüksek kararlar almıştı. Toplantı sonucu açıklanan kararlarla başlayan ve irticaya karşı (İrticayla Mücadele Eylem Planı), ordu ve bürokrasi merkezli süreç özellikle Müslüman, mütedeyyin insanların üzerinden bir silindir gibi geçmişti.

Çünkü eski Türkiye’nin sahibi bir avuç aristokrat, iki elin parmağını geçmeyen eski Türkiye artığı monşer ve kesinlikle askerlerdi. Çevik Bir öncülüğünde kurulan Batı Çalışma Grubu, üniversitelerdeki ikna odaları filan…

28 Şubat’ın işaret fişeği 4 Şubat 1997’de Sincan’da atılmıştı. Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Hikmet Köksal, “Bu ülkede irticacı bir adam nasıl başbakan olabilir? Tiz haddi bildirile. Tanklar sokağa salına” diye talimat vermiş ve Sincan sokaklarında siyasete ve bütün dünyaya tank namlusunu göstermişti.

O adam, geçen hafta 88 yaşında öldü; yeni Türkiye bugün dünyaya kafa tutuyor!

Bütün bu sürecin içinde olduğunu şimdilerde çok daha iyi kavradığımız FETÖ liderinin bir televizyon kanalındaki şu sözleri fotoğraf karesini tam okumamıza yardımcı oluyor: “Askerlerimiz bir yönüyle yaptıkları bazı şeylerden ötürü bazı çevrelerce, belki antidemokratik davranıyor sayılabilirler. Ama onlar konumlarının gereğini anayasanın kendilerine verdiği şeyleri yerine getiriyorlar. Hatta dahası, ben zannediyorum, onlar, bazı sivil kesimlerden daha demokrat. Herhalde onların temsil ettikleri kuvvet şu partiler arasında birbirini istemeyen insanların elinde olsa bir gece hızlı bir baskınla gelirler hasımlarını bertaraf ederler onun yerine otururlar. Kuvvet ellerinde olduğu halde çok mantıki davranıyorlar. Çok muhakemeli davranıyorlar. Epey zamandan beri. His öne çıkmıyor burada ve kuvvet, güç gösterisi şeklinde öne çıkmıyor. Bana demokraside daha dengeli geliyorlar, o açıdan.” (16 Nisan 1997, Kanal D)

28 Şubat asla silinemeyecek kara bir leke olarak tarihteki yerini koruyor.

Diriliş Postası da işte böylesi bir kara lekenin sonsuza kadar unutulmaması gayesiyle, bundan 5 yıl önce, 28 Şubat 2015 tarihinde okurlarını selamladı. Kaptan köşkünde Hakan Albayrak oturuyordu. Onun kıvrak zekâsı ve özellikle ümmet coğrafyasına karşı geliştirdiği refleks gazeteyi refikleri arasında en ön sıraya taşıdı. Sonraki dönemde de aynı hassasiyet devam etti. Gazete bugün gerek haberleri, gerek yazarları ve en önemlisi sorumlu yayın politikası ile varlığını sürdürüyor.

Diriliş Postası’na ‘yandaş gazete’ diyenler haklı. Çünkü evet… Diriliş Postası, hakikate yandaş… “Sapına kadar taraftar fakat çığırtkan değil…”

Diriliş Postası’na ‘candaş gazete’ diyenler de… Çünkü evet… Diriliş Postası, Gazze ile Erzurum’un Şahinkaya’sı arasında empati kurabilmeyi başarabilmiş tek gazete…

Diriliş Postası yayımlandığı ilk günden itibaren ‘eski kutsal Türkiye’ kalıntıları ile…

İnsanımızın kişisel hak ve özgürlüklerini elinden alıp hoyratça kendi çıkarlarına kullanan çetelerle…

Dünyanın neresinde olursa olsun ümmetin kanayan yaralarını görmezden gelen ve hatta bu yaralara ispirto döküp ateşe verenlerle…

Dijital devrim sonrası tek bir kente dönüşmüş dünya gerçeğini ıskalayıp ‘yurtta sulh cihanda sulh’ safsatasıyla romantik tarihçilik oynayanlarla…

Ehli sünnet düşmanlarıyla…

İçimizdeki Pers kalıntıları ile…

Mücadele etmek için kelleyi koltuğa alıp yola çıktı. Bu yürüyüşünü ilk günkü kararlılık ve samimiyetle sürdürüyor.

Ezcümle…

Diriliş Postası, tarihe düşülmüş önemli bir not. Çünkü “28 Şubat sürecinde bizi yaktılar fakat küllerimizden dirilip bugünlere geldik” şükrüdür bu ülkenin…

Feraset, dirayet, kararlılık ve samimiyetle…

Nice 5 yıllara…