Üzerinize afiyet, son iki yıldır aile bireylerimiz için hastanelere çokça yolumuz düştü.

Rabbim’in kendini hatırlattığı kimi büyük, kimi küçük imtihanlar sebebiyle her yolumuz düştüğünde duaya, sabra, tevekküle ve elbette şükre yeniden sarıldık.

Yaklaşık iki ay önce koronavirüs imtihanına kıyısından yakalandığımda, virüsün çıktığı ilk aylarda hastane odalarında çekilen ve nefes almakta zorlanan insanların videoları gözümün önüne gelmiş, kendimi onların yerine koymuş, gayr-i ihtiyari bir hayat muhasebesinde bulunmuştum.

Eminim, insanı sevdiklerinden uzaklaştıran bu imtihanla yüzleşen herkes benzer muhasebeler yapmıştır.

Son iki haftadır bu kez yine refakatçi olarak hastaneye yolumuz düştü. Bir dinlenme arasında Yavuz Turgul’un yazdığı ve yönettiği, Şener Şen’in başrolünü oynadığı Yol Ayrımı isimli filmi izleme fırsatı buldum. Film, gençliğinden itibaren hayatını sahibi olduğu şirkete adayan, yüzü gülmeyen, insana değer vermeyen, ticarette zirveye ulaşmak için her türlü hak hukuk yemeyi mübah gören ve elbette ailesini de ihmal eden bir adamın geçirdiği kaza sonrası yeniden ‘insan’a dönüşümünü anlatıyor.

Filmdeki bir replik üzerine, hastane koridorlarında kâh filme götürülürken kâh yoğun bakıma çıkarılırken karşılaştığım koronavirüs hastalarının aklıma düşürdüğü ‘ihmal’ kavramı üzerine kafa yorma fırsatı buldum.

Koronavirüs, ‘ihmallerimizin’ neticesinin ne kadar ağır olduğu hakikatini, bize hızlı şekilde gösteren vesilelerden biri oldu.

Oysa, bir insanın yaklaşık 70-80 yıllık ömrüne biraz da ihmalleri yön verir desek yalan olmaz.

Sadece ihmallerimizin faturası koronavirüste olduğu gibi hızlı şekilde önümüze konulmaz.

Çünkü bize verilen ömür boyunca ihmallerimizi biriktire biriktire büyüyoruz.

Gündelik telaşlarımızın işimizin gücümüzün bahanesine sığınıyor, dostlarımızı, arkadaşlarımızı, ailemizi, çocuklarımızı ihmal ediyoruz.

Aklımızın ermeye başladığı andan itibaren yapmamız gerekirken yapmadıklarımız ya da sevgiyi, aşkı, muhabbeti, samimiyeti, ihlası ihmal ederek yaptıklarımız, farkında olsak da olmasak da bir ihmal tortusu yığını olarak birikiyor kalbimizde, dimağımızda…

Hayatımız boyunca hiç yıkanmamış, çalkalanmamış bir şişenin içine biriken tortuları göre göre su doldurup içer gibi, bize sunulan her nimet ile her imkân ile hatta bize bahşedilen her yeni nefes ile önümüze her gün yeni şükür fırsatı geliyor.

O fırsatların şükrünü, kadrini ve kıymetini bilemediğimiz için kalbimizde biriken şükürsüzlük tortusuyla kirlete kirlete tüketiyoruz. Sadece kendimize yapmıyoruz bu kötülüğü…

Şişenin dibindeki tortuya gözümüzü kapatıp, susamışlığımızı gidermek için saldırır gibi, kimi zaman bir anlık öfkemizi tatmin etmek, kimi zaman karşımızdakine galebe çalmak, kimi zaman hatalarımızı kabullenmemek uğruna nefsimizin hoşuna giden bir tercihimizle, bir davranışımızla, bir sözümüzle, yanı başımızdaki insanların canını sıkmaktan imtina etmiyoruz.

Yani ihmal tortusuyla doldurduğumuz sadece kendi şişemiz olmuyor. Sadece kendimizi bilerek ya da bilmeden kötü insanlar ya da ruhu veya bedeni hasta insanlar haline dönüştürmüyoruz.

Birbirimizin kalbine doldurduğumuz tortularla, ya meyyal olanlarımızı birer kötü insan haline getiriyoruz ya da her şeye rağmen susmayı tercih edenlerimizi de birer hastaya dönüştürüyoruz.

Yol Ayrımı’nda son yıllarda ihmallerimizi yasladığımız oldukça işlevsel bir oyuncağımızı da gördüm: Bireylik bilinci. Şahsiyet bilinci. Kendini gerçekleştirme bilinci.

Bize ‘sınırsız ihmal etme’ hakkı tanıyor bu yeni oyuncak: Ne de olsa her birimizin ayrı bedeni, kalbi, zihni var. Her birimizin ayrı hayatları, ayrı kariyer planları var.

Yani artık ‘kendi hayatlarımızdan feragat etmeme, ödün vermeme, sevdiklerimizi geride bırakıp çekip gitme, gelecek planlarımıza odaklanma, dolayısıyla sevdiklerimize zaman, enerji ayırmayı ihmal etme’ hakkımız var.

Bırakıp gidemeyenlerimiz, ellerine telefonlarını alarak uzaklaşıyor birbirinden…

Bu ‘birey olma’ oyuncağı oldukça işlevsel, çünkü sevdiklerimizi ihmalimiz sebebiyle yaşama ihtimalimiz olan vicdan azabını hafifletmek için oldukça işe yarıyor.

Peki ne zamana kadar?

Bu soruyu bugünlerde en doğru cevaplayacak olanlar, eminim şu an Korovirüs sebebiyle yaşam mücadelesi veren ya da vermiş olan insanlar ve elbette yakınlarıdır.

Bu imtihandan sonra hepimize düşen büyük bir muhasebe olacak.

Allah, tevekkülden ve duadan ayırmasın.