Mesnevi’de şöyle bir hikâye geçer:

Bir gün hayvanlar diyarında bütün hayvanlar fareden şikâyetle kralları aslanın yanına geliyorlar. Kimi diyor ki “Bıktık bu fareden pisliğini her yana bulaştırıyor” kimi diyor ki “Olur olmaz yerde olmayacak işler yapıyor.” Hep bir ağızdan “Bıktık artık” diyorlar. Arslan diyor ki “Pekâlâ buna bir çözüm bulalım. Var mı aranızda bu işi halledebilecek biri?” arka tarafta turan kedi “Ben hallederim bana bırakın bu işi” diyor ve başlıyor ormanda fareyi aramaya. Ötede bir lağımın kenarında duran fareyi görüyor ve hızlıca atılıyor. Fare bunu sezince başlıyor kaçmaya. Fare önde kedi arkada bütün ormanı geçiyorlar. Fare ileride bir inek görüp yanına yaklaşıyor. “Ne olur” diyor. “Yardım et bana da şu kediden kurtulayım.” “Olmaz” diyor inek. “Sen onca işi yaptın, ben şimdi sana yardım etmem.” Yalvarıyor, yakarıyor fare. En sonunda dayanamıyor yine inek. “Tamam” diyor geç ardıma. Fare arkasına geçince tam da farenin üzerine pisliyor. Az sonra nefes nefese geliyor kedi. Bir de bakıyor ki bir inek ve arkasında pisliğin içinden dışarı doğru çıkmış ama hala dik duran bir kuyruk. Fareyi olduğu yerden alıp paramparça ediyor. Ve hikâyenin sonunda bize manasını da veriyor Diyor ki bu hikâyeden üç sır çıkarılır; birincisi, üzerine her pisleyeni düşmanın sanma. İki; seni her pislikten çıkaranı dostun sanma, üç; bunca pislik içindeyken hala kuyruğu dik tutmanın anlamı ne?

Şimdi ben bir adres vermeyeceğim kâri, “işte bu adamın durumu da tam böyle” diye izaha dahi gerek yok. Birini işaret etmek lüzumsuz zaten. Zira senin de zihninde bu hikâyedeki “fare” yerine koyacağın ve cümle içinde kullanılan, çıkarıldığında ya da eklendiğinde anlamın değişmediği bağlaçlar gibi olan adamlar vardır.

Ben oldum olası hatayı, kusuru, yanlışı hiç kendine yakıştırmayan insanları sevmedim. Başkalarını hatalarını, eksiklerini arayanları da gördüğüm vakit en azından birkaç adam boyu uzaklarında durmayı yeğledim. Zira kusurunu bilmemek bence en büyük kusurdu. Şimdi de öyle yapıyorum. “Ayağına bir taş değse kendini yokla” diye asırlar evvel söyleyen dervişin nasihatini sanki tam da şimdi ve benim kulağıma söylenmiş gibi anlıyor ve yapabiliyorsam da ondan ders almaya çalışıyorum.

Ama bazı adamlar çok garip. Gerçekten çok garip; gözümüzün içine baka baka yalan söylüyor, söylediklerine inanmamızı bekliyor hatta yalana inanmadık diye bizi suçluyor ve onca pisliğin tam ortasında kalmış olmasına rağmen de halen dahi üzerindeki pisliği bile silkelemeye olsa yanaşmıyor. “Bari bu zamanda böyle saçma işlere girişmese, insanları birbirine düşürmese” diyor insan içinden ama yok, anlamıyor.

Neyse geçelim…

Bu beşinci cuma oldu camie gidemediğimiz, cemaat olamadığımız, yan yana duramadığımız.

“Ar geliyor, ar geliyor gardaşım” demişti ya şair, işte tam öyle…