Kanal İstanbul Projesi sayesinde ülkemizin egemenliğine göz dikenler, yaklaşık bir asırdır “boğazlarımız üzerinde kurdukları imtiyazları zedelenecek olanlar” ve içimizdeki uzantıları da kendilerini göstermeye başladılar.

Aslında bu tartışmalar, 160 yıl önce yaşanan Süveyş Kanalı hakkındaki kavganın bir tekrarı gibi. O tarihte de başta İngiltere olmak üzere pek çok Batılı devlet, Osmanlı’nın Akdeniz’i Kızıldeniz’e bağlayan bir kanal açmasına, hem de şimdikinden çok daha şiddetli bir şekilde itiraz etmişlerdi.

Argümanları da benzerdi. İki deniz arasındaki tuz miktarının farklılığından, balık çeşitliliğinin bozulacağına; çevre kirliliğinden, yapılaşma sorunlarına kadar pek çok konu gündeme getirilerek Kanal’ın yapılması engellenmeye çalışılmıştı.

GERÇEK DERT BATI’NIN EGEMENLİĞİ

Bu itirazların arkasında ise İngiltere’nin siyasi çıkarlarının zedeleneceği korkusu vardı. Yani yukarıdaki gerekçeler, asıl sorunun üzerini örtmek, gerçek boyutunu tartıştırmamak için üretiliyordu.

İngiltere, 1764 yılında Hindistan’daki Türk İmparatorluğu’nu Baksar Savaşı’nda mağlup ettiğinden bu yana, bu ülkede en etkili siyasi figürdü. Süveyş’in açılmasıyla birlikte hem Osmanlı Donanması hem de Kanal’ı yapacak olan Fransızlar Hint Okyanusu’na kolaylıkla ulaşabilecekti. Süveyş her ne kadar İngilizler dahil tüm Avrupalı ticaret filolarına büyük kolaylıklar sağlayacaksa da, Osmanlı’ya daha büyük askeri ve ticari imkanlar sağlayacaktı. Çünkü, kanalın geçeceği bu topraklar hala Osmanlı’ya aitti.

İki denizi birbirine bağlamak fikri aslında yeni değildi. Firavunlar döneminden beri düşünülen ve hatta uygulamaya geçilmiş bir projeydi. Fakat zamanla kanal dolmuş ve kullanılamaz hale gelmişti. Hangi medeniyet böylesi bir yatırıma ev sahipliği yaparsa şüphesiz kazançlı çıkardı. Fakat “içeriden muhalefet” hiç bitmiyordu.

CHP KİMİN ADINA İTİRAZ EDİYOR?

Mesela, Abbasi Halifesi Harun Reşid bu işe koyulduğunda, veziri Yahya Bermeki, “kâfir gemilerinin buradan geçip, Mekke ve Medine’yi kuşatacağını öne sürerek” kendisini vazgeçirmişti.

1856’da ise İngiliz dostu Mustafa Reşit Paşa, Sultan Abdülmecid’i bu projeden vazgeçirmeyi başaramayınca istifa etmişti. Hani şu Batılılaşmanın mimarı Tanzimat Fermanı’nı okuyan ve “Baltalimanı Antlaşması” ile İngilizlere büyük imtiyazlar kazandıran sadrazam.

CHP ve müttefiklerinin Kanal İstanbul’a itirazları, Vezir Bermeki ile Sadrazam Reşit Paşa’nın muhalefetlerine benziyor. Bilimsel bir gerçeğe dayanmadıkları gibi, bütünüyle vehimlerden ilham alıyorlar.

Niçin itiraz ettiklerinden çok, asıl kimin adına itiraz ettiklerine ve kimin çıkarlarını savunduklarına bakmak lazım.

Osmanlı, 16 devletle İstanbul’da 1888’de Süveyş Kanalı’ndan “barışta ve savaşta” tüm gemilerin “hiçbir engel çıkartılmadan” geçirilmesi konusunda anlaşmıştı, tıpkı Montrö Sözleşmesi’nde olduğu gibi. Fakat İngiltere, I. Dünya Savaşı patlak verince bu antlaşmayı bozdu ve kanalı işgal etti. Ta ki, Mısır 1956’da, İsrail, İngiltere ve Fransa ile savaşmayı göze alıp kanalı “millileştirene” kadar.

Montrö Sözleşmesi de nihai bir antlaşma değil. Türkiye, kendi boğazlarından savaş gemileri dahil tüm gemilerin hiçbir denetim olmadan, egemenlik haklarını ne zaman “tehdit edeceğini bilmeden” geçişlerine sonsuza kadar tahammül etmek zorunda değil.

İş o ki, tehdit kapıya dayanmadan “kendi çözümümüzü üretmiş” olabilelim. Bu açıdan Kanal İstanbul, gelecek nesillerimizin güvenliği ve bağımsızlığımızın korunması için büyük önem taşıyor.