Gönül ya karanlık olur ya aydınlık!

Birinde hüzün, diğerinde huzur vardır.

Birinde içini kemiren acı, diğerinde devam eden sevinç vardır.

İşte biri günah, diğeri sevaptır. Biri kayıp, diğeri kazançtır. Biri kara, diğeri aktır.

İşte günah ve işte sevap! Dünyada iken böyle olan gönül, ya ahirette nasıl olacaktır?

Ya o beyaz olanlar ne yapacaktır? İşte o müthiş müjdeli cevabı:

“Öyle yüzler vardır ki o gün bembeyazdır ve Rablerinin Cemaline bakacaktır.” (75 Kıyâmet Suresi 23.)

Aman Yâ Rabbi! Ne büyük müjde bu!

Bundan mahrum olmak ise en büyük kayıp, hüzün ve bitmeyen acıdır. Onlar kâfir, müşrik, ateist ve münafıklardır. Mü’minler görecektir ol yüce Cemali İlâhiyi ama durum ve derecesine göre tabii ki! O halde tevbeyi artırmalı, gözyaşı döküp O’nun için ağlamalı ve özlemle Rabbine yalvarmalıdır:

‘Sana göresim geldi Allah’ım!’

İşte nimet, işte devlet! Gerisini neylesin bir fert!

AKILLI İNSAN

Tevbe eden ve hazırlık yapan insan! Ne güzeldir o!

Akıllı insan da ancak böyle yapar. Yoksa nefis ve hevâsının peşine düşen insan, asla akıllı değildir. Bu mana Efendimizin (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle geçer:

-”Akıllı kimse, nefsini hesaba çeken ve ölümünden sonrası için amel işleyendir. (Âciz) insan da, nefsini kendi hevâsına tabi kılan (sonra da), Allah’tan kurtuluş bekleyendir.” (Tirmizi, sıfetü’l-kıyame 25; İbn Mâce, zühd 31.)

Evet, akıllı insan âhiret yurdunu düşünen ve oraya hazırlık yapan kimsedir. Zira bu dünya onun yanında bir gün ya da daha da azdır.

Bunun için büyüklerimiz, bir ömür yaşamanın sonunda kendilerine; “bu kadar yıl nasıl geçti ey amca,” diye sorulunca; “bir göz açıp kapayıncaya kadar evlâdım” derken, bir yandan da gözlerinden akan yaşlarını silerlerdi. Bu dünya fânidir tabii ki:

 “Yeryüzünde bulunan her şey fanidir.” (55 Rahman 26.)

Dünya hayatı fânidir. Ona gönül kaptırılmamalıdır. Zira o, insanı aldatır, sonra da ona sadakat göstermeyip toprağının altına alarak onu çürütür. Böyle yaşamanın ne anlamı olabilir ki? İnsanoğlu ibret almak istiyorsa özellikle eski kabristanlara gidip ibretle bakmalı ve düşünmelidir.

Zira oralarda yeni ölenler gömülürken, nice insan kemikleri çıkar.

Onlar da insandı bir zamanlar. Yer, içer, giyer, zevklenir, gezip tozarlardı.

Ne oldu onlara? Nerelere gittiler?

Gün gelip bizler de göçmeyecek miyiz şu dünyadan?

Bizim hâlimiz ve sonumuz ne olacak acaba?

Evet, dünya fanidir ama amelleri kalıcı ve sonuca göre karşılığı olandır. O karşılığı iyi hesap etmelidir. Yoksa sonuç, bitmeyen bir pişmanlıktır.

Günaha dalan insan, sağlam ve kalıcı, aynı zamanda salih amellere devam edici bir tevbe ile Allah’a dönmelidir. Buna Nasuh tevbesi denir.

TEVBE VE KALP ÂLEMİ

İnsan Allah’ı sevecek, O’nu isteyip O’na yanacaktır. Gerçek olan da budur. Dünyaya gelme gayesi de budur aslında. Yoksa yaşamanın ne anlamı olabilir ki? Bunun için kul Rabbinin davetine ve emrine koşmalı, O’ndan af ve mağfiret dilemelidir.

Örneğimiz ve önderimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) bu manâda; “ben günde yüz defa Allah’a tevbe ediyorum” buyurunca, bizler ne yapmalıyız acaba? Bilelim ki günahlar insanın kalbini karartır ve onu duygusuz hale getirir. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“(Ne var ki) bunlardan sonra yine kalpleriniz katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukardan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.” (2 Bakara 74.)

Taşlaşan kalpten ne iyi duygu ve ne de merhamet hissi beklenebilir! Böylesine kalplerden ancak dünyada zulüm ve merhametsizlik görülür. Onlar kendilerine söylenen nasihatleri de görmezlikten gelirler. Zira onlar günahlarını daima küçük görerek bu hale gelmişlerdir. Hadiste şöyle dile getirilir onların bu durumu:

“ Mü’min günahını, başı ucunda bir dağ gibi görür ve üzerine yıkılacağından korkar. Münafık da günahını, hemen uçurabileceği burnuna konan  bir sinek gibi görür.” (Buharî, daavât 4; Tirmizî, kıyâmet 50.)

 

NİMET-İMTİHAN GÜNAH VE ŞÜKÜR

 

İnsanoğlu büyük nimetlere kavuştukça günah ve azgınlık da artıyor ne yazık ki! Şükür de azalıyor. Bu, insanın varlıkla imtihanıdır. Hz. Ömer r.a. fetihler çoğalıp da ganimetler geldikçe; ‘bunlar bu insanların ahlakını bozacak,’ diye korkarmış. Bakıyorsunuz varlıklı yerlerde nice günah ve haramlar işlenirken, fakir memleketlerde fazla olmuyor.

Ama tabii ki fakirlik ve yokluk da çok kötü. Efendimiz (s.a.v) Allah ‘a sığınmış. Allah (c.c) kıtlıklardan muhafaza eylesin:

“Allah’ım! Fakir düşmekten, yoksulluktan, zillete düşmekten Sana sığınırım. Allah’ım başkasına zulmetmekten ve başkası tarafından zulme uğramaktan da sana sığınırım.” (Ebu Davut, Vitr, 32; Nesai, İstiaze, 14; İbn Mace, Dua, 3; Ahmed, Müsned, 2/305.)

İmkânın olması güzel bir şey. Onu da israfa girmeden kendimize harcarken; fakir, garip, yetim, öksüz ve hayır kurumlarına aktarmak en güzeli. Bunu yapan pek çok kardeşimiz var Elhamdülillah. Ama genel çoğunluk maalesef böyle değil. Bu da tabii ki iyi bir dini bilgi ve ahlâk almadığının sonucu. Son gençlik yokluk görmedi, hep böyle bolluk olacak zannedip, boş bir vaziyette günaha koşuyor. İmam hatip ve benzerleriyle kurtarılan sayı genele göre az. Allah sonumuzu hayreylesin!

KÜÇÜK VE BÜYÜK GÜNAHLAR

Hani “damlaya damlaya göl olur” demişler ya! Günahlar da öyle. Küçücük de olsa, bir gün dağ misali olur. Bu konuda Gazâlî (r.al.) şöyle der:

‘Çoğunlukla büyük günahların yolu küçük günahlardan geçer. Meselâ; görmek, konuşmak ve ellemek gibi mukaddimeler olmadan zinâ; dedi-kodu, kavga, münâzara ve husûmetler olmadan da adam öldürmenin olmayacağı gibi.

Küçük günâhın, büyük günahlar yerine geçmesinin sebeplerinden birisi de, günâhı küçümsemek ve hiçe saymaktır. Zîra insanoğlu, işlediği bir kusuru büyük gördükçe Allah Teâlâ onu küçültür, fakat küçük gördükçe Allah Teâlâ onu büyütür. Çünkü kişinin o günâhı büyük görmesi, ondan nefret edip hoşlanmadığından ileri gelir.

Bu durumda o günah kendisine fazla te’sir edemez. Fakat onu küçümsemesi, onunla ünsiyet etmesini ve bu sûretle kalbine daha çok te’sirini sağlar. Hâlbuki aranan, itâat ile kalbin nurlanması ve kaçınılan şey de, isyân ile kalbin kararmasıdır.’ (Gazalî, İhyâu Ulûmi’d-Din, IV, 59)

O halde kişi eğer küçük günahlarından dolayı üzülüp bunalıyorsa, bu onun îmanının bir işaretidir. Böyle değilse onun kalbi her gün biraz daha kararmış olacaktır.

KÜÇÜK DELİKLER GEMİYİ BATIRABİLİR

Küçük görülen günahlar için önemli bir tabir bu aynı zamanda. Umursanmayan, hafif ve basit görülen günahlar, hatalar, yanlışlar sürekli her gün yapılırsa, dağ gibi bir yığın karşımıza çıkar ki, insan bununla felakete düşer.

Hani küçük çöp yığınlarını düşünün. Ufak tefek derken yanına bir daha, diğer yanına bir daha… Bakarız ki ne kadar çok olmuş hayret ederiz.

Evlerde bile bir hafta atılmayan çöpleri düşünün. Kalabalığı, pisliği ve kokusu… O, rahatsız edici hali bir göz önüne getirelim ki, yine hayretle gözlerimiz açılır.

Her gün yalan söyleyen kişi, boş konuşan insan, ticarette ufak tefek deyip harama dikkat etmeyen, yeminle satış yapan, ahlaki zaafından dolayı küfreden… Daha neler neler…

Namazı umursamayan ya da günah bile görmeyen, oruç, zekât, hac, tesettür vb. diğer hükümleri hafife alıp içine acı olmayan kişileri düşünün!

Gördüğünüz gibi küçük görülenlerden büyüklere doğru gidince, apaçık felaketler çıkıyor karşımıza.

O halde aşağıdaki konuya dikkat etmeliyiz.

 

GÜNAHIN KÜÇÜĞÜ YOKTUR

Kişinin bu şuurda olması gerekir ki sonucu güzel olsun! Yoksa kaybeder. Nefis ve şeytan; bu küçüktür bir şey olmaz, diye kandırmaya çalışır.

Her gün tevbe etmek bir rahatlıktır insana. O halde her gün çöpünü atıp temizlik yapan kimsenin rahatlığında olmalıyız.

Her gün tevbe, istiğfar, af dileme.

Bunları Rasûlullah s.a.v Efendimiz bizlere haber vermiş ve uyarmıştır zaten.

Tevbe ve istiğfarla birlikte ibadete yönelen kulların kalbine gelince; o kalpler aydınlanır, nurlanır.

Zira kalpleri tasfiye ve tezkiye eden, ancak Allah’a samimiyetle yöneliştir.

Bu ise, Allah’ın emrettiklerini yapmak ve yasakladıklarından da kaçmakla mümkün olur.

O zaman kişinin kalbinden Allah’ın istemediği şeyler çıkacak ve sonra da ibadet nuruyla aydınlanmış olacaktır.

Bu gerçek ayet ve hadislerde hep dile getirilmiş ve kullar uyarılmıştır. İnsana düşen bu eşsiz hakikatlere yapışmaktır.

Tevbe, zaten bizlere, Allah’ın büyük bir ihsanıdır. Yoksa halimiz nice olurdu?