Öğretmen denilince herkesin söyleyecek bir sözü vardır. Herkesin zihninde bir öğretmen tanımı; hatırladığı, hayırla yâd ettiği ve rol modeli olmuş bir öğretmeni mutlaka vardır.

Tabii her öğretmenin hayırla yâd edilmediğini, her öğretmen için dua edilmediğini; hiç iyi hatırlanmayan, arkasından beddua edilen öğretmenlerin de olduğunu ve olabileceğini de biliyoruz.

Hiçbir meslek erbabının kutsallığı olmadığı gibi öğretmenlerin de bir kutsallığı yoktur, kişiler işine verdiği önem ve insanlığa faydası oranında değerlidir, kıymetlidir. Ancak yaptığı işten dolayı öğretmene kıymet verilmelidir, çünkü yaptığı iş kıymetlidir. “Öğretmen; geçmişin öğreticisi, geleceğin kurucusudur.” Bunun için öğretmen de yaptığı işin bilincinde, şuurunda olmalı ve işini yaparken de buna göre davranmalıdır.

“Kırk yıl boyunca öğretmenlik yaptım. Okula, mabede gider gibi gittim. Hiçbir derse abdestsiz girmedim!..” demiş Nureddin Topçu… Buradaki şuura, yaptığı işin farkındalığına, işine verilen değere dikkatinizi çekerim. Her öğretmen bu şuura sahip olmalı, işini bu bilinçle yapmalı… İşini bu bilinçle ve şuurla yapan öğretmen olur da ona kıymet vermeyen öğrenci, veli, yönetici, sistem olursa bu durum, ona kıymet ver/e/meyenlerin değersizliğini gösterir.

“Toplumların uygarlık düzeyi, öğretmene verdiği değerle ölçülür.” demişler. Günümüzde yaşadığımız sıkıntıların temelinde aslında yatan sebep, bu cümlede ifade edilenin tam tersi bir durumla karşı karşıya olmamızdır. Özellikle 2000’li yıllardan sonra öğretmenlerle ilgili bilinçli veya bilinçsiz bir itibarsızlaştırma süreci yaşanıyor. Çeşitli uygulamalarla öğretmenin itibarı ayaklar altına alındı, özellikle de basın eliyle öğretmenler çoğu zaman haksız bir şekilde hedef tahtası hâline getirildi.  Bir kişinin öğretmenliğe yakışmayacak davranışları, söylemleri tüm öğretmenlere mal edilecek şekilde servis edilerek öğretmenlik mesleği itibarsızlaştırıldı. Maalesef ki başta Millî Eğitim Bakanlığı olmak üzere siyaset kurumu da öğretmenlik mesleğinin itibarını koruyacak tedbirleri al/a/madı.

Bir başarı olduğunda bakanından, bürokratına, il ve ilçe yöneticilerine kadar herkes sahiplendi; öğretmene başarıdan pek pay kalmadı; ancak bir başarısızlık, olumsuzluk olduğunda ise ilk sorumlu tutulan ve hesap sorulan öğretmen oldu.

Sistem sorunlu hedefe öğretmen konuldu, müfredat sorunlu hedefe öğretmen konuldu, yönetici sorunlu hedefe öğretmen konuldu, veli sorunlu hedefe öğretmen konuldu, öğrenci sorunlu hedefe öğretmen konuldu. Bu kadar hedef gösterilen öğretmen de, öğretmenlik mesleği de doğal olarak itibarsızlaştı. Son yıllarda kısmen de olsa bu durum düzeltilmeye çalışılsa da maalesef ki yeterli adımların atıldığını söyleyemeyiz.

Sanıyorum ki en savunmasız mesleklerden biridir öğretmenlik… Pek çok öğretmen; öğrencisi, velisi tarafından darp edilmiş hatta öldürülmüştür ancak bu konuda pek kayda değer tedbir alınmamıştır.  Yine bir öğretmen hakkında soruşturma açmak, öğretmeni cezalandırmak, hatta meslek dışına çıkarmak tüm memuriyetler içinde en kolay olanıdır.

Özellikle de “öğrenci merkezli” eğitimi bir dönem çok yanlış anladık. “Öğrencierkil” okullara dönüştü tüm eğitim kurumları… Âdeta öğrenci kral, öğretmen maraba pozisyonuna indirgendi. Öğrencinin farklılığını fark edip onun becerisine, yeteneğine, seviyesine göre eğitim vermek yerine; öğrenci ne derse yapılır, öğrenciye karışılamaz olarak anladık “öğrenci merkezli” eğitimi…

Güçlü, sağlam ve faydalı eğitim; güçlü, itibarlı eğitimciler eliyle verilebilir. İtibarsız bir öğretmenden itibarlı bir eğitim vermesini beklemek beyhudedir.

“Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” demiş Hz. Ali… Biz öğretmenlerin kölesi olmayalım ama öğretmenlik mesleğini de itibarsızlaştırmayalım… Çünkü itibarsızlaştırılan öğretmenlik mesleği; yitirilen, yolunu kaybeden yeni nesiller olarak karşımıza çıkıyor.

Unutmayalım ki,

“Bir öğretmen, bir nesil demektir.” ve “Gelecek, gençlerin; gençler ise öğretmenin eseridir.”