Ara sokaklar, yollar, bulvarlar insansız…

Bozuk para sokağa düşse, sesi odalarda çınlıyor. Ölüm korkusunun ayak sesleri duyuluyor, kalp atışları duvarda yankılanıyor.

Ambulanslar geliyor sessizce; bütün yollar onlara kalmışçasına…

Dar mahalleleri geçiyor, zor dönemeçleri alıyor, binaların önünde duruyor.

Solunum güçlüğü çeken insanları evlerinden alıp götürüyorlar.

Ambulans şoförleri biliyor, hız her şeydir. Birkaç saniyelik fark birinin hayatta kalma şansını belirleyebilir. Ama hayat kıpırtısını kaybetmiş, eski canlılığı kalmamış, hareketliliği azalmış, ıssız, yavaşlamış bir kentte ambulanslar da ses çıkarmadan ilerliyor; öncelik sırası beklemeye gerek olmuyor.

“Görünmez katil” fark ettirmeden binlerce insana bulaşırken; ambulanslar da ‘korona’ kadar sessizce hareket ediyor. Evlerine kapananların yan komşusundan haberi bile yok.

Duvarın arkasındaki daireden hissettirilmeden hasta alınıyor, yoğun bakım ünitelerine taşınıyor. Eğer yakınınızda ambulans var ve sireni duyulmuyorsa; kimi almaya geldiğine emin olamıyorsunuz.

Hayatın veya ölümlerin üzerine ‘korona’ yazılırken; pandemi günlerinde sanki sokaklardan ‘ürkütücü dumanlar yükseliyor’ gibi, ortalık tenha…

Nefes alıp verişleri şaşmış, akciğer ritmi bozulmuş, soluksuz kalmış insanlar, kaldırımdaki kedileri tedirgin etmeden, ‘ölüm sessizliği’ içinde götürülüyor korona günlerinde…

Kıymetli işler yapanlar ‘gürültü’ çıkarmaz. Sağlık çalışanları da gürültüsüzce “büyük işler” yapıyor. Toplumu telaşlandırmadan, kitleleri paniğe sevk etmeden, sakince yapmaları gerekenleri yapıp mütemadiyen aynı görev için tetikte ‘çağrı’ bekliyor.

Hayata yeniden tutunma gayretiyle ambulans sedyesinde verdiği nefesi geri alabilmek için sıkıntı çekerek acele eden yarı baygın hasta korkuyla mücadele ederken; sağlık ekibi tecrübe ve profesyonellik ile kontrollü davranıyor. Sağlıkçılar soğukkanlılığı, ‘acı çekenler’ sayesinde öğreniyor belki de. Güçlük yaşarken; gerçeğe kendilerini kaptırarak ‘susmayı’ ve yalnızca olması yerine getirmeyi biliyorlar.

Ambulans, hasta için tanıdık sokaklardan geçerken; sedyedeki hanımefendi farkında değil; konu komşu, kimsenin de onun farkında olmadığı gibi…

Ambulansların yanıp sönen mavi ışıkları sur dibindeki eski taşlara yansıyor. Sağlıkçıların çıkardıkları tek gürültü, panik belirtisi çakar ışıkları oluyor. Geliş gidişlerde ambulans sireni duyulmuyor. Evlerden alınan insanlar hep aynı yerde, daha büyük bir evde toplanıyor, adına ‘hastane’ deniyor.

Bu esnada hayatta kalmasına uğraştığı hastasıyla ilerleyen ambulansın, hayattan çekilmiş bir bedeni taşıyan cenaze arabasıyla yolun başında denk gelmesi, hayatın çarpıcı ironisi oluyor. Cenaze arabasının telaşsız şoförüyle, acele etmesi gereken ambulans şoförü göz göze gelince, ‘Ruhu boşalmış bir cesedi taşımak ne kadar güç’ diye düşünüyor belki birkaç saniyeliğine.

Fark ettirmeden bütün bir insanlığı teslim alan korona ile sessiz mücadele hâlâ yürütülüyor. Sakin ambulans sirenleri arasında hepimiz aynı sarsıcı korkuyla besleniyor, farkına varmadan, aynı birlik ve dayanışma ile güzel günleri “umutla” bekliyoruz.

Herkes içine kapandığı aylar boyunca “hayat” biriktiriyor.