Duygusal yanı ağır basan bir toplumuz.

Hissi ve hisli bir tarafımız var.

Bu sebeple vicdanlarımız/merhametimiz/acıma duygumuz her daim aktiftir.

Öyle ki, bu yönümüzü suistimal edenler de çıkıyor.

Duygusal yanımız güçlü olduğu için benimsediğimiz herhangibir iş/eylem söz konusu olduğunda tüm benliğimizle varız ve hazırızdır.

Hesabi değil, hasbi davranmak duygusal hissedişin bir tezahürüdür.

Coşkuyu, söylemlerimiz ve hareketlerimizde görmek mümkündür.

Kimi zaman ayaklarımızı yerden kesen de bu coşkudur.

Kantarın topuzu duygusal tarafa biraz fazla kaydığı için, akli değil hissi hareket etmek yanlış da yaptırır bize.

Bazı toplumlarda ise, yetişme tarzı, hayata bakış, toplumsal algı vs. gibi nedenlerle akli/kuralcı yön daha fazla gelişmiştir.

Aklî yanı;  yani hesabi olan tarafı.

Böyle bir toplum yapısı içerisinde yetişen bireylerinin bazı olaylar karşısında soğukkanlı davranışlarına, duyguları alınmışçasına hareket etmelerine şaşırırız.

Bakarsınız, hesabi değil hasbi davranılacak konularda hesap üzerine hesap yaparlar.

Ne aklî olanı hissi olana, ne de hissi olanı aklî olana feda etmemek lazım.

Velhasılı insan aklı ile duygusu arasında sürekli gider gelir.

Kimi toplumlarda bir taraf ağır basar, kimilerinde diğer taraf.

Aslolan aklı ve duyguyu ölçülü ve yerinde kullanmak olsa gerek; yani vasat olanı/orta yolu tutmak.

Duygu selini akıl barajında enerjiye çevirmek, işe yarar bir şeye dönüştürmektir mesele.

Aksi takdirde savruluşlar kaçınılmaz olur.

Duygu ve coşku seli altında kalır, bu selin sağa sola savurduğu birer nesne konumuna düşeriz.

Duygusal ölçüsüzlüğü görmek için sevgilerimize ve nerfretlerimize nazar etmek yeterli olacaktır.

Severken de, nefret ederken de aşırıya gidebiliyoruz.

Bundan mülhem vasatı/orta yolu bulmakta zorlanıyoruz çoğu defa.

Sevgimiz sevdiğimiz kişinin hatalarını göstermiyor bize; nefretimiz ise sevmediğimiz kişiye dair adaletli davranma sorumluluğumuzu unutturabiliyor.

Sevdiklerimize en ufak toz kondurmayabiliyoruz; nefret ettiklerimize ise adaleti çok görebiliyoruz.

Ne diyordu Kur’an?

Bir topluluğa olan kininiz, sizi âdil davranmamaya itmesin uyarısında bulunuyordu.

Demek ki; nefret ettiklerimize dair adaletle davranmak gibi bir sorumluluğumuz var.

İnsan nefret etti mi, aşırı gidebiliyor.

Bu uyarı aşırı gidişin önünü alan bir uyarı.

Sevgideki ölçüsüzlüklerimiz de sevdiğimize iyilik olmuyor.

Oysa sevdiğimiz kişinin hatalarını görmek, düzeltmesi için güzel bir dille uyarmak sevdiğimiz kişiye yapacağımız en güzel iyiliktir.

Sevdiğinin hatalarını göstermeyen sevgi sevgi değildir.

Severken de, nefret ederken de aşırıya gitmişsek, gözümüz kararıyor, sağlıklı göremiyor, düşünemiyor ve sıhhatli neticeler elde edemiyoruz.

Sevgi adına ya da nefret namına kendimize, sevdiklerimize ve dahi nefret ettiklerimize zulmedebiliyoruz.

O halde severken de, nefret ederken de ölçüyü, kıvamı, vasatı yakalamak lazım.

Bir şeyin kıvamı kaçtı mı, o şeyin kıyameti kopmuş demektir.

Adil olmak gibi iddiası olan insanlar/inananlar, adil olmaya sevgi ve nefretlerinde ölçüyü yakalamakla başlamalıdırlar.

Aksi halde adalet yalnızca dilimizde iddialı bir kavram, satırlarda ve duvarlarda yazılı bir ifade olmaktan öteye geçemez.