Geçtiğimiz yüzyılın başında ve ortasında yaşanan ve adına savaş denen katliamlara bizzat tanık olmadık. Fakat 2000’li yılların başında adına Körfez krizi dedikleri katliamları çok iyi hatırlıyoruz. “ABD Irak’tan rahatsız” cümlesi ile başlayan algı operasyonu sonucunda Irak’ta 2 milyon kadın kocasını kaybetti. Milyonlar evsiz yurtsuz kaldı. Tamı tamına on beş yıldır hergün savaş yaşanıyor.

Şimdi de yeni bir algı operasyonu ile sözümona ABD-Rusya gerilimi üzerinden bir savaş süreci yürütülmekte. Batı’da düzenledikleri panellerde, dünyada yaşanmış en ölümcül savaş sürecine geçildiğini konuşuyorlar.

Yüzyıl önce keşfettikleri savaş düzeninden çok hoşnut kaldılar. Önce sömürge ülkelerdeki halkları kullanarak denediler bu savaş modelini.

Savaşın cereyan ettiği bölge iki yüzyıldan beri ısıttıkları Ortadoğu coğrafyası. Ölenler de öldürenler de Müslüman. Harap olan şehirler de Bağdat, Halep… Bu savaş zaten devam ederken yeni yeni çatışma alanları oluşturarak bu fiili durumu dünya kamuoyu nezdinde meşru kılacak bölgesel araçlar öne sürüyor ya da yapay çatışma zeminleri tasarlıyorlar.

Kirli bir ittifak, her coğrafyada var olan tarihsel meseleleri, huzur ya da barışı bozmak ve o topraklarda kaos çıkarmak üzere bir dünya siyaseti gütmektedir. Dönemsel olarak elde edilen teknik ve ekonomik gücü kötüye kullanmak ve masum ve mazlum insanların düzenini bozmak isteyenlere karşı vicdani ve rahmani tahammül sınırının zirvesinde günler yaşıyoruz.

Gerek Suriye gerekse Kırım ve Ukrayna konusunda yaşananlara bakıldığında Rusya ile Batı bloğu arasında yaşanan ve işi savaşa kadar götürmeye yönelik restleşmeleri hiçbir zaman inandırıcı bulmadım. Rusya, aynı anda hem DAEŞ ile mücadele koalisyonunda yer alırken hem de Halep’teki katliama desteğini aylardır sürdürmekte. Bir cephede Özgür Suriye Ordusu lehine pozisyon alırken Halep’te Özgür Suriye Ordusu’nu Esad’lı koalisyonla tasfiye işinde.

Rusya’nın İran yordamıyla sürekli sıcak tuttuğu mezhepçi direnç üzerinden Türkiye’yi tahrik stratejisi aylardır işletilmekte. En son 2. Dünya Savaşı’nda bu iki çıkmaz sokak başında korkulu rüyaya maruz bırakıldık. Esasen taraflardan biri gibi görünüyor olsak da meselenin merkezi olduğumuz en başından belli. Tuzak bizim için hazırlanmakta, yüzyıl önce atılan neşterin izleri kapanmasın istiyorlar.

Son otuz yılda yaşanan fiili durumlar bir neslin daha kararlı ve daha bilinçli olmasına sebep oldu. Fakat savaş endüstrisinden geçinen acımasız koalisyonlar da onlarca yıldır hazırlık yapmakta. Ne yapılması gerektiğini bütün akıl sahipleri gibi hepimiz bilmekteyiz. Bu coğrafyanın kaderini tayin edeceklerini düşünenler 1800’lerde kolları sıvadılar. Bu kaos sürecinde yaşanan hiçbir şey tesadüf değildir. Her aşaması, bu ittifaka dahil olanlar arasında yaşanan gizli pazarlıklarda masada tartışılmıştır. Türkiye’nin seyirci kalmak ya da müdahil olmak arasında bir seçim yapmamış olması, hamiyetli bir medeniyetin mensubu olmanın yüklediği bir misyondur. Kirli ittifakların anlamakta zorlandıkları da büyük ölçüde içimizde bir kader gibi taşıdığımız merhamet duygusudur.

Halep’te her gün yeni katliamlar yaşanıyor.

Esasen Halep de ortada kirli hesaplar da meydanda.

Akif, bugünlerde yaşananların özetliyor:

Ya hamiyetsiz olaydık, ya gücümüz olsa idi!

Yetmez mi Musâb olduğumuz bunca devâhi?

Ağzım kurusun… Yok musun ey adl-i İlâhî!