İstanbul’un Fethi’nin 567.yılı münasebetiyle yapılan etkinlikler kapsamında Ayasofya’da 89 yıl sonra ilk defa bir Kur’an tilaveti yapılması hatta “Fetih Suresi’nin” okunması ve Cumhurbaşkanı’nın da bu programa büyük önem vermesi ile “Ayasofya” tartışmaları alevlendi.

Ayasofya, ilk defa “kilise” olarak bina edildiği 360 yılından sonra çok badireler atlatarak bugünkü şeklini adlı. Bir halk ayaklanması ile yıkılmasından sonra 415 yılında ikinci defa yapıldıysa da yine bir isyan sonucu yakılınca, İmparator Justinyanus 537 yılında genel silüeti bugünkü hali olan Ayasofya’yı inşa etti. Padişah II. Mehmed, 29 Mayıs 1453’te İstanbul’a girince, Türk/İslam geleneğinde fethin nişanesi olarak şehrin en büyük mabedinin Camiye tahvili çerçevesinde, Doğu Roma’nın en büyük mabedi olan Ayasofya Kilisesi “camiye” çevrildi ve 1 Haziran 1453’te ilk cuma namazı kılındı.

Fetihten itibaren Osmanlı döneminin tamamında Ayasofya, “Cami” olarak hizmet verdi. Cumhuriyet ilan edilince de bu durum değişmedi fakat 1931 yılında Arkeolog Thomas Whiltemore, Ayasofya Camii’ndeki“mozaiklerin” tekrar ortaya çıkarılması için izin isteyince Ayasofya için yeni bir dönem başladı. Cumhurbaşkanı Atatürk buna izin verdi ve “Ayasofya Camii” ibadete kapatıldı. Bu dönem, içeride dini ve sosyal içerikli köklü düzenlemelerin de yapıldığı bir zaman dilimiydi.

Ayasofya, 1931 yılında ibadete kapatıldıktan sonra, resmi statüsü Cami olsa da bir daha bu işlevini yerine getiremedi. 24 Kasım 1934’te Bakanlar Kurulu kararıyla “müze” haline getirildi ve hala bu şekliyle devam etmektedir. Ayasofya, bu tarihten sonra müze olarak hizmet verse de 1936 tarihli tapu senedinde adı “Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi” yer almakta ve sahibi de Fatih Sultan Mehmed olarak görünmektedir.

1970’li yılların siyasi atmosferinde milli ve dini geleneği öne çıkaran siyasi partiler ve kuruluşların “Ayasofya’yı ibadete açma” söylemleri her zaman olmuştu. Fakat son yıllarda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın birçok mahfilde “Ayasofya’yı mutlaka eski haline getirme” söylemleri çok daha büyük önem kazanmıştır. Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanı olmasının yanında, kararlılığı bu söylemleri önemli kılmaktadır. Bu nedenle Ayasofya’da 89 yıl sonra ilk defa okunan Kur’an, Yunanistan ve batı dünyasında büyük yankı buldu. Yunanlıların bunu “Helenizme karşı meydan okuma” olarak yaygara koparması ilginçtir. Çünkü kendilerini Doğu Romanın uzantısı gören Rumların, gerçekte bunlarla bir alakası yoktur.

Balkanlar ve Avrupa topraklarında Osmanlılardan kalma binlerce Cami yerle bir edilirken Türkiye, kendi sınırları içindeki bir binanın nasıl işlev göreceğine karar veremez mi? Böyle bir güce ve bağımsızlığa sahip değil midir? Elbette verebilir. Bu, hem çok kolay ve hem de zordur. Kolaydır, çünkü zaten resmen Cami olarak görünen bir yerde ibadete müsaade edecektir. Zordur, çünkü Ayasofya batı dünyası için “sembol” bir öneme sahiptir; bu cepheden gelebilecek restleşmelere meydan okuyacak güce ve dirayete sahip olmak gerekir. Türkiye’de siyaseten bu dirayetin olduğunu söylemeye gerek bile yoktur. Yani fazlasıyla vardır. Fakat meselenin Cumhurbaşkanının ifade ettiği gibi “siyasi boyutları”nı göz ardı etmemek gerekir.

Her şeye rağmen, içeride ve dışarıda olumsuz sesler yükselse de yakın bir dönemde “Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi”’nde ibadete kaldığı yerden devam edileceğini düşünüyorum. Gidişat bunu göstermektedir. Bu kararı alan siyasi iradeye, millet iradesi ebediyen gereken ihtimamı gösterecektir.

Bunun için Bakanlar Kurulu kararı yeterli olacaktır.