Hiç düşündünüz mü?

Hakikat mi bize yabancı yoksa biz mi uzağındayız gerçeğin bilgisinden.

Dünya küresel enformasyon çağını yaşarken bu kadar kafası karışık insanın yaşadığı bir yere dönüşeceğini kestiremezdi hiç kimse. Herkesin düşünce dünyasında yankılanan her bir “bilgi” gerçeğin kıyısına yanaşmıyor oysa. Hepsinden acı olan kutsallaştırılan “bilgi” yaşanılan bir hikmet pırıltısına dönüşmediği için aklın ve kalbin duvarlarında asılı kalıyor. Peki, ne işe mi yarıyor dersiniz. Başkalarına “caka” satmanın ve “ben bilirim” demenin sermayesine dönüşüyor. Ortaya ise ruhsuz ve riyakâr kişilikler çıkıyor.

**

Farkında olmalı insan…

Bir gün mutlaka lazım olur düşüncesiyle azık heybemize aldıklarımız şu kısacık hayatı ve ruhumuzu yüceltmiyorsa yük olmaktan öteye geçemez. Bir okyanusun orta yerinde ne yöne gideceğini bilmeyen bir yelkenli gibi kala kalırız sonra. Bize bir istikamet lazım. Elimizden düşürmediğimiz oyuncaklarımız telefon, tablet ve bilgisayarların gözleri bozan mavi ışıklı ekranlarından ve zihnimize hücum eden enformasyon ağından tefekküre çıkarmalıyız saatlerimizi. Aksi halde çürüttüğümüz zaman madenin medeniyet inşa eden bir tasavvurun aracına dönüşmesi mümkün görünmüyor. Teknolojiye düşman değiliz ama kendimizi bulmaya ve kendimiz olmaya da mecburuz.

**

Kusursuz dünya ve kusursuz insan yoktur. Herkes her konuda haklı olamaz. Hakkın teslim edilmesi gereken anlar vardır. Ego ya da nefsin tazyikini bir kenara atıp hakikatin peşi sıra gidilmesi gereken anlar… Peki ya bu tahammülsüzlüğümüz niye?!. Her şey istediğimiz gibi olmuyor diye ortalığı velveleye vermenin getirdiği buhranlı ruh halleri. Yoksa birileri bize “her şey istediğiniz gibi olacak” yalanını mı yutturdu. Hayatlarımız, bırakalım hikmet ve bilgi kırıntılarını, bir yalanın cenderesinde yangın yerine mi döndü acaba. Bir birimize tahammülün sınırları boğazımıza düğümleniyor, neden?

**

Bizi esir alan her şeye inat (ki bu salgın gibi bir hastalık süreci de olabilir) bizi diri ve ayakta tutacak bir morale ihtiyacımız var. Kırık dökük motivasyonlarımızı ayakta tutacak dertlisi olduğumuz meselelere… “Ben de varım” diye atılıp dört bir koldan imanın filizlendiğini seyre daldıracak harekete ihtiyacımız var. Her birimiz köhnemiş hayat köşelerinde darmadağınık yalnızlıklar içinde acı çekiyoruz sadece. Bizi bizden alı koyan her şeye rağmen gerekirse acılarımızı birleştirip belki de bir çocuk ruhuyla “gözyaşı çetesi” kurmaya ne dersiniz? Merhametin ve diğerkâmlığın kaybolduğu bu günlerde yürek yüreğe verip birlikte ağlarız. Elimize tutuşturulan acı reçeteye bakıp bakıp bu süslü ve içi eğlence dolu dünyaya gülümsemek zorunda değiliz. Ya da “kurtuluşu yok bu gidişten” diyerek karamsarlığın, bedbinliğin dibine vurup bir kuytuda isimsiz gözyaşları dökmek zorunda da kalmayız.

Ne dersiniz.. Kuralım mı bir gözyaşı çetesi?!