Yukarı Karabağ’ın Ermenistan işgalinden temizlenmesi sırasında yaşlı bir Ermeni’nin görüntüleri farklı şekillerde dünya kamuoyuna servis edildi. Perişan ve pejmürde kılıklı yaşlı bir adam, askerlerin kolunda, konuşarak ilerliyor ve ağzından Azerbaycan Türkçesi ile “Ben size neylemişem” sözleri dökülüyor.

Bir süre sonra aynı yaşlı adama ait ikinci bir video görüntüsü ve bir de resim yine medyaya servis ediliyor. İkinci videoda, yaşlı adam Ermeni ordusuna ait askeri giysi içinde ve elinde silah olduğu halde Azerbaycan askerleri tarafından teslim alınırken görüntüleniyor.

Medyaya servis edilen resimde de, 30 yıl önce orta yaşlarda, ağzında sigara ve elinde iki tüfekle görünen bir adam, Azerbaycanlı kadın ve çocuklardan oluşan insanları hizaya getirmekle meşgul. Yani medyaya yansıtıldığı şekliyle Hocalı katliamından bir sahne.

Videoyu çekenler Azerbaycan askerleri. Onlar bu kişiyi iyi tanıdıkları için, kendilerine silah doğrultan eli silahlı bu yaşlı adamı tutukluyorlar.

Görüntüleri dünya medyasına farklı şekilde servis eden ise Ermenistan. Savaştan ezici bir mağlubiyetle çıkan Ermenistan, dünyayı kendine acındırmak ve taraf toplamak için bu videoya dört elle sarılarak, Azerbaycan askerlerinin Karabağ’da soykırım yaptığını, yaşlıları bile tartaklayarak öldürdüğünü lanse etmeye çalışıyor.

Elbette bu haber dünyada etki yarattı. En azından hafızalara bu görüntü ile Azerbaycan’ın yaşlı, çocuk ayırt etmeden insanları öldürdüğü imajı yerleştirilmeye çalışıldı.

Bu yaygaralardan sonra yaşlı Ermeni’nin kimliği deşifre edildi. Söz konusu iki video ve resimde yer alan kişinin bu yaşlı Ermeni olduğu anlaşıldı.  Yani 30 yıl önceki Hocalı katliamında rol alan, Karabağ savaşında da askeri üniformayla Azerbaycan’a karşı savaşan ve yakalanınca “Ben size neylemişem” diyen 84 yaşlarındaki adam aynı kişi.  Kısacası eski bir savaş suçlusu.

Medyanın ve algının gücünün ne kadar büyük öneme sahip olduğu anlaşılmaktadır.

Hocalı katliamında yer alsa da, yaşlı kişiye sokakta yapılan muamelenin şekli tartışılabilir. Fakat aynı kişinin askeri elbise ile Azerbaycan askerlerine karşı silah çeken görüntüsü, geçmişte yer aldığı savaş suçu, tartışmaları bir kenara bıraktıracak ölçektedir.

Bu üç görüntüyü izlerken, 1991’den itibaren Karabağ’ın Ermeniler tarafından işgali sırasında medyaya yansımayan ve tanığı da olmayan, Azerbaycanlı kadınların feryatları, çocukların ve yaşlıların can çekişir halleri hayalimde canlandı.

Eksi 30-40’ları bulan kış ayının öldürücü soğuğu altında, kadınların karınlarını yararak, içine ağaç toprak dolduran, akla hayale gelmeyen işkencelere imza atan gözü dönmüşlerin çılgınlıklarını hayal ettim.

Yardım çığlıklarına cevap alamayan masumların çaresizlikleri, kimsesizlikleri hafızamda canlandı.

Zevkle sigarasını tüttürürken, elindeki silahları acımasızca masum insanlara doğrultan ve hınçla mermiler boşaltan canavar ruhlu yaratıkların soğukkanlı duruşları film şeridi gibi gözümün önünden geçti.

Kısacası 1991-1993 yılları arasında Karabağ’da yaşanan Ermeni vahşetinin gazetelere yansımayan, şahidi olmayan zulümlerinin kim bilir hangi boyutlarda olduğunu düşündüm.

Zalimler yaptıkları zulmün karşılığını görmeden bu dünyadan ayrılamazlar. Kim bilebilirdi ki 30 yıl önce onlarca masumu katleden bir canavarın, yaşlansa da aynı akıbeti tatmadan hayatının son bulmayacağını.

Zulmün, zalimin dini, milliyeti ve aidiyeti olmaz. Her yerde aynıdır.

Zerre kadar iyilik yapanın da zerre kadar kötülük yapanın da, karşılığını görmeden dünyaya veda etmeyeceğini biliyoruz ve görüyoruz.

Men dakka, dukka. Çalma kapımı, çalarlar kapını.

Yani kim ne eylemişse, karşılığını görür.