Her zaman dikkatimi çeken bir müşahedemi paylaşarak konuya giriş yapmak istiyorum. Görüyordum ki, ne zaman uygulamaya dayalı bir öğrenme ve deneme olsa, derste “yaramaz”, ve “tembel” diye yaftalanan öğrenciler herkesten önce davranırlar. Gözleri parlamaya başlar. Atölye ve laboratuvar gibi uygulamalı eğitimlerde bu öğrencilerin dikkat kesildiklerini ve heyecanla çalıştıklarını müşahede etmişimdir.

Kur’an-ı Kerim’de “Biz onların bazısını bazısına iş yaptırsınlar diye üstün kıldık.” (Az-Zuhruf 32) buyrulur.

Bu ayet-i kerime, anladığım kadarı ile her ferde aynı eğitimi vermenin fıtrata aykırı olduğunu ve adil olmadığın söyler.

“Otur ve beni dinle” modunda devam eden derslerde bu öğrenciler “bunalıma” düşüyorlar. Bunlar, “ders çalışmaz, dikkati dağınık olarak yaftalanır. Hâlbuki yanlışlık öğrencilerde değil eğitimin uygulanma şeklinde. Bunların öğrenme stil ve profili “otur ve beni dinle” uygulamasına müsait değil. Görecek, dokunacak, deneyecek… Ülkemizin teknik ve meslek gücü olacak potansiyeli böylece heba ediyoruz.

Buradan konuyu zorunlu eğitime getirmek istiyorum.

Yakın çevremden gayet iyi tanıyorum kimi aileler her türlü imkânı çocuklarının ayaklarının altına sermesine rağmen okumak istemiyorlar. Okulu terk ediyorlar. Siz de dikkat edin çevrenizde orta terk, lise terk çok sayıda öğrenci görebilirsiniz.

Zorla güzellik olmuyor.

Eğitimin zorunlu olması demek muhalefet edenlerin cezalandırılması anlamına geliyor bir bakıma. Mecburi eğitimi 4 veya 5 yıl ile sınırlı tutsak ve bir şekilde okumayan öğrencileri ve ailelerini suçlu konuma düşürmesek daha iyi olmaz mı?

Lise eğitiminin mecburi hale getirilmesi herkesi üniversite önünde yığmak anlamı taşıyordu ve öyle oldu. En yüksek işsizlik oranının üniversite mezunları arasında bulunuyor şimdi. Her on ara işgücüne karşı sadece bir ya da iki üniversite mezununa ihtiyaç var. Sanayi, tarım ve hayvancılık sektörü ara eleman bulamaz hale geldi. Çırak ve çoban olacak çocuğu okulda zorla tutmanın anlamı var mı?

O çocuk sınıfta-derste bunalıma düşüp dersi sabote ediyor. Bu tür öğrenciler ilkokulu bitirsin. Sonrasını isterse Açık Öğretim yolu ile ortaokul ve liseyi bitirebilir. Açık öğretim aynı zamanda çocuklarını kendi işinde istihdam etmek isteyen aileler için de önemli bir kolaylık sunuyor.

 Zorunlu müfredat tüm sorunların kaynağı

Ülkemizde merkeziyetçi yapı eğitime her alanda hâkim durumda. Hem finanse ediyor, Hem müfredatı hazırlıyor ve istediği gibi değiştirebiliyor ve hizmet sağlıyor. Ülkemizde anaokullarından üniversiteye kadar, adı vakıf ve özel okul olsa da hepsi de aslında devlet okulu. Gidin bakın okulların giriş kapılarındaki tabelalara. Kimisi MEB, kimisi YÖK üzerinden olmak üzere tamamı devlete bağlı ve bağımlı. Bağımsız bir eğitim kurumu göremezsiniz. Müfredat, tamamen, bazen doğrudan bazen dolaylı yollardan, devlet tarafından belirlenmekte.

Evet ülkemizde eğitimde kelimenin tam anlamıyla bir tekelcilik var. Tekeli tasfiye edip piyasaları serbestleştirmedikçe eğitimin önünü açmamız ve gerçekte özel okulların var olduğunu söylemek mümkün değil.

İster devlet okulu olsun isterse özel okul, tüm ders programlarının içerik, amaç, kazanım, süreç, süreleri bizzat devlet tarafından tek bir merkezden belirlenmektedir. Bu durumda tabelasında özel okul yazan yerler de aslında bir devlet okulundan farklı değil. Bu durumda özel okul personeli, maaşını devletin vermediği bir devlet memurundan başka bir şey değil.

Devletin halkına güvenmesi

Beklediğimiz şey, kendi programını kendi belirleyen, tercih hakkını ve kimliğini kendisi belirleyen ve niteleyen okulların açılmasına izin verilmesidir. Çözüm eğitimin toplumsallaşmasında. Bir kere müfredat belirleme ve ders kitabı yazma işinde tekelin kırılması gerekiyor.

Eğitimin halka mal olması ile eğitime ruh verecek dönüşümler başlayacaktır. Eğitim bir medeniyet ve kültür meselesi olduğu kadar bir meslek edinme meselesi olarak ele alınacak; “hayatın içine” çekilecektir. Sivil inisiyatif öncelikle ölçme değerlendirmeye el atacak; sınavların tek boyutlu sayısal değerlendirme ve teste dayalı yapıdan kurtaracaktır.. Öğrenciyi çok yönlü değerlendiren; kalite ve beceriyi ölçebilen sistemler hayata geçirilecektir. Lise döneminde öğrenciye en azından bir “meslek öğretmek” esas haline getirilecek ve böylece mesleki eğitim diriltilecektir Böylece üniversite kazanamayan bir öğrenci boşlukta kalmayacaktır.. Ortaokul ve liselerin son sınıflarında “ bitirme -olgunluk sınavı” getirilecek ve böylece her şey merkezi sınavların ağırlığı altında ezilmekten kurtarılacak.

Peki bu kadar basit “çıkış yolu” varken, bakanlığın “Yeni Eğitim Vizyonu” ile çözümü “karmaşık” hale getirmesini nasıl yorumlamalıyız?