70’li yıllarda revaçta olan bir türküydü: “Hey Allah’ın şaşkın kulu şeytan bunun neresinde.” 

Bağlamayı anlatıyordu ozan. Belli ki, birileri içinde şeytan var demiş ve bir hayli canını sıkmışlar ozanın. O da almış kalemi eline, kendince bir savunma yapmış.

Son zamanlarda öz eleştiri yapan sayısında deflasyon yaşanan bir toplum haline geldik. Kimse yoğurdum ekşi demiyor. Kendi yaşadığı hayat paralelinde bir felsefe geliştirmiş herkes.

Kimi “İzm”leri, kimi inandığı varsayılan değerleri başka, başka fikirlerle sentezleyerek bir yaşam alanı oluşturmaya çalışıyor. Vicdan yapıyor denen hadise!

Vicdan denilen şey herkese göre farklı şekilde yorumlanıp, yine farklı yansıyor pratiğe.

Kimine göre sokak kedilerini toplayıp bakımlarını üstlenmektir, kimine göre ise sokak çocuklarıyla ilgilenmektir vicdan.

Hakikati ve doğruyu söylemek! Kendisi ile çelişse de, çıkarları ile tenakuz oluştursa da hak’tan yana tavır almak! İşte en vicdani olan budur.

At Pazarı civarından yükselen bir kahkaha sokağı inletirken, sesin sahibi “nargilesini tüttüren” başörtülü bir hanım olunca bir tuhaf oluyor insan…

1998 Ekim’ine gidiyorum ve film şeridi gibi gözlerimin önünden geçen resimde, bir askerle aramda geçen diyalog canlanıveriyor: “Abi, kelepçenin ayarını gevşek tuttum bileğini sıkmasın diye…” Duygulanıp, gözlerimin dolduğunu fark eden asker kulağıma eğilerek “Abi, benim kızkardeşim de başörtüsü mağduru, üniversiteyi kazandığı halde gidemiyor!”

Kahkaha atarak nargilesini tüttüren hanımefendi çok mutlu, umarsız ve uçmuş!..

Uçmuş derken, bombalar geliyor aklıma! Halep’te ağlaşan çocuklar, enkaz altından çocuklarının hiç olmazsa bir tanesinin canlı çıkmasını umut eden, sağa sola koşturan ebeveynler!.. Korkudan benzi sararmış “Uçmuş” bebeler geliyor aklıma!..

Televizyon ekranlarından aşina olduğumuz yüzler, yine hararetli bir tartışmanın içindeler. İsimlerini bilemesek de yüzlerini çok iyi tanıyoruz.  İyi adamlar “Bizden!”

Hiç gitmedikleri şehirlerin, hiç gitmedikleri bölgesinin, en stratejik hesaplamalarını yaparken ne kadar da ciddiler! Kıran, kırana bir mücadele geçiyor aralarında.

Program bittiğinde güzel arabalarına binip, güzel evlerine doğru yola çıkarken, mukaddes bir görevi ifa etmenin vicdani huzuru belirir yüzlerinde. Ücretleri çoktan yatmıştır banka hesaplarına…

Ben yine dalarım,

90’lı yıllara gidiverir hafızam. Sinan diye biri gelir aklıma. Seyyar satıcı Sinan. Müslüman yöneticiler işbaşına gelsin diye dua eden, yetmez! Hanımının küpesini getirip Müslüman kuruluşlara bağışlayan, yetmez! Partisinin seçim çalışmalarında bayrak asmak için elektrik direğine tırmanan ve düşüp ayağını kıran Sinan!

Bir başka diyalog kan dondurucu;

-Sekreterinizle iş tutuyormuşsunuz sayın!.. Bu ne kepazelik!

-Efendim çok seviyorum, imam nikahı kıydık!..

Eyvah! Müslüman erkek ve kadınların içine şeytan kaçtı!.. Şimdi bir çıkıp bana cevap  verebilir mi: “Ey Allah’ın ahmak kulu şeytan bunun neresinde?!” Bekliyorum…