Yalan, ihanet, hile, dolandırıcılık dünyaya tapanların ortak özelliği. Yüzlerini adi yaşam ile parlatan insanların huzursuzluğu tedavi edilmeyen bir hastalık. Biz güvensizliği, insan olamayan zavallılardan öğrendik. Hırpalandık, yaralar aldık, içimiz bazen acıdan bir ülke oldu ama hep güvenilir kaldık. İnsanlık sanatını yaşatmak, insana yakışır…

Ahlaklı insan doğruluktan taviz vermeyen, merhametli, adaletli ve yalan söylemeyendir. Yani şartlar ne olursa olsun insanlık duygusunu yitirmeyendir. Kendi hedefine odaklanan, ilkeli-prensipli kişiler kontrollü bir yaşama sahiptirler. İnsanı dibe çeken hırsın esiri olmazlar. Kısaca dünya oyunlarına alet olmayan, düzgün insanların önceliği manevi değerlerdir.

İyi bir aile kültüründe büyümüş insanlar alın terinin, emeğin, helal lokmanın peşinde olurlar. Manevi değerlerin işlendiği huzurlu yuvalarda yetişen çocukların rehberi, doğruluktur. Dışarının kötülüğünü eve sızdırmayan aile yapısı, güven demektir. Bir toplumda aile bozulmaya başladığında, güven duygusu yok olur.

Güven zor bir duygudur ve insan inandığında güvenir. Ve hep özel ve temiz olan bu duyguda kalmak ister…

İkiyüzlülüğün moda olduğu bir çağda, tereddüt etmeden, beklentisiz iyilik yapan kişiler, güvenilirdir. “Beni anlamayanlara karşı soğuğum; fakat bu kadar anlayanlardan da ürküyorum.” der Peyami Safa. Hayatının her karesine yerleşmiş acılara aldırış etmeden, inandığı değerlerden vazgeçmeyen bir yazar o. Yarın onda belirsizlikti, güvensizlikti buna rağmen durmadan yazıyordu. Peyami Safa kalemine güveniyordu ve yazarken mutluydu… Birileri canımızı yaktığında, yaşama sevincimizi elimizden aldığında pes edip, kendi kabuğumuza çekilmeyelim. Hayata daha fazla tutunup, çalışalım. Güvensizliğiyle bizi zehirleyen insana verilecek en güzel cevap onu yok saymaktır.

Hayatın negatiflikleri altında eziliş umutsuz, güvensiz ve sevgisiz bir dünyaya yelken açtırır. Dostum dersin, değer verip bağrına basarsın, zamanını paylaşırsın, derdine ortak olursun karşılığında ihanet ve umursamazlık bulursun. Kalbini sınırsızca açarsın, sırdaşım dersin fikir ve dava kardeşim diye yıllarca omuz omuza yürürsün; haset, kıskançlık, makam, hırs yolları ayırır. Sırlar toprak olacakken ifşa seçeneği tercih edilir. Herkes birbirini suçlar. Çünkü dostluğun, kardeşliğin, aşkın temelinde temiz bir niyet değil, menfaat olmuştur. Yüreğimize saplanan güvensizlikle yaşamayı öğrenirken de yarayı sarmak isteriz bir başka dostla. Oysa yine acı bir tokat inecektir yüzümüze. Aslında bizim arayışımız gerçek güvenin tadır. Hiç bulamayacak olacak olsak da arama arzumuzu durduramayız.

Der ki Nietzsche: “Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin/Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin/Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredeceksin/Öyle bir hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım/Öyle çok değerliymiş ki zaman/Hep acele etmem bundan… /Anladım…” İhanetlere rağmen güvene ihtiyaç hissetmek, yaşam gücünü yüksek tutma çabasıdır. Evet ısrarla güvenmek isteyenlerin isteği, aslında insanlığı ayakta tutma çabasıdır. Kendine dahi güvenmeyen, kendinden muzdarip kişiliklerin çoğalması, dünya telaşıdır. Para, makam, kutuplaşma hastalığı içimizin güzelliğini silip süpürmekte.

İnsanlıktan ümit kesmedim, fakat insana güvenmiyorum.” diyerek sesleniyor bugünün penceresine Ahmet Hamdi Tanpınar… Güvene emanetiz…