“Ben ne yaparsam bu dünyaya iyilik yapmış olurum?” diye kendimize bir soru sorsak, aklımıza neler gelir? Klasik düşünmeye alışmışsak önce, mağdur-muhtaç insanlar, zulüm altındakiler, doğayı koruma vb. gibi konular gelebilir. Bunlar doğrudur fakat biraz daha geniş düşünecek olursak bir iki tık daha öncesinde o insandaki bazı meziyetlerin varlığının bu sonuca sevk ettiğini görürüz. İyilik yapmak ve insanı ilişkilendiren konularda duyarlı olmak bir sonuçtur. İnsanı bu sonuca sevk eden bir süreç vardır.

İyilik önce içeride var olmalı ki dışarıya nüfuz etsin. İçeride kök budak salsın ki, vermek onu daha da güçlendirsin. İnsan önce kendisini onarmalı, düzgün düşünmeyi sağlayacak şekilde zihinsel donanımını sağlamalı ki, iyilik adı altında yapılan şeyler sadece dışarıdakiler için olmasın, asıl ve öncelikle içeridekiler de bundan istifade etsin. Yani iyilik insanın önce kendisini ve yakınlarını kuşatmadıkça, iyilik bir ahlâk olarak değil de, muhtaç olanlara zaman zaman yapılan bir destek olarak kalmaya devam eder. Yardım, önce neye ihtiyacı olduğunu fark edip kendisine bunu sağlamaya çalışarak başlamalı. İyi bir yardımdan önce, iyi bir ahlâk için gayret edilmeli. İnsanın kendisini aydınlatmayan iyilik, başkalarını da olması gerektiği biçimde aydınlatamaz.

O zaman şunu soralım; gerçek iyilik nedir?

Öncelikle, iyiliğin bizden başkalarına yansıyan bir şey olarak görülmesi yanılgısından kurtulalım. “Ne verirsem, kendi içimdeki çukurların tümseklerin, karanlıkların ve verimsizliğin düzeltilmesi için gerekli bir eylemdir” diyelim. Bana bakış, duruş, hissediş ve bir tutum kazandıracak düşünme biçimine hicret edebilmeyi; Allah’ın (c.c) bizden istediği bir yaşama biçimi olduğunda hem fikir olalım. Verdiğimiz şeyin değil, verme fiilinin kendisinin kayda değer olduğunu kavrayalım. Kavrayalım ki, verince karşılık beklemeyelim. “Yaptım yaptım, karşılık alamadım, ben niye hep veren ve alttan alan taraf olayım?” diyerek, Allah’ın (c.c) defterine geçmiş olmasıyla yetinmeyerek, biz kulların basit bir teşekkürüne tenezzül eder duruma düşmeyelim.

İnsanın teşekkürü mü yoksa içten sağlam bir yapılanma ve Rabbimizin (c.c) memnun oluşu mu önemli? İnsanın eşine, çocuklarına ve dünyaya karşı, tam da Rabbimizin (c.c) istediği gibi bir anlayış ve yaklaşımda bulunması, kendini içten onarması ve imanını güçlendirerek kalıcı bir ahlâkın peşine düşmesi; ahiretini düşünenlerin tek tercihi olmalı.

Bu anlayışın cümleleri şunlar olabilir

“Ben yardım ettim” değil, Rabbim (c.c) yardımını bir kuluna ulaştırırken beni aracı seçti çok şükür.

“Niye ben?” değil, çok şükür ki, bu nimet bana nasip oldu.

“Hep iyilik yaptım, karşılığında hep kötülük gördüm” değil, “Ben bana düşeni yaptım, nasıl karşılık verdiği ona kalmış.

“Hep ben ezildim” değil, hep ben iyi şeylere aracı olmakla ödüllendirildim çok şükür.

“Onlar hep kötülük yapıyor ben iyilik yapmaya devam ediyorum, ben hiç akıllanmam” değil, Allah (c.c) bana iyilikte sebat etmeyi nasip etti çok şükür.

Doğru bilgi doğru düşünceye, o da doğru eyleme sevk eder. Doğru bir istikamette kalabilmek, ödüllerin en güzelidir.