Anne olan kadınlar nerede?

“Aile hayatının güzelliği gibi hiçbir şey yoktur, bir memleketin yükselmesi; ev ve aile muhabbetine bağlıdır.” diyor Charles Dickens. O muhabbeti akışında yetişenler, hem kendine hem de topluma karşı sorumluluk duygusunu geliştirerek, öz kimliğe sahip olurlar. Yani aile mutluluğunu tadanlar, hiçbir zaman eksik hissetmezler kendilerini. Çünkü aile, güven demektir. Bu özel duyguya sırtını yaslayanlar, hayatın çirkinliği karşısında bloke olmazlar. Kalbin bir ucunda şiddetli bir sevgi ağı vardır, negatifliğe karşı motive eden.

Mutluluk, insanın kendini görmesidir ve ailede öğrenir insan, görme şekillerini.

En tatlı gününden, en acı kareye kadar dayanışma içinde olan aile; vicdan, merhamet ve adalet demektir. Aile sorumluluğu topluma titiz, şuurlu, bilinçli, üretken gençler hazırlar.

Evi bir arada görmenin güzelliği ile ışıl ışıl olur babanın gözleri, tabağındaki yemeği dahi çocuğu ile paylaşır vefakâr anneler. Ve bu asalet ile büyüyen çocukların hayatına boşluk denilen şey sızabilir mi? Bu muazzam aile örtüsü bilinçli olarak kesilip, parçalandı.

 Ezilmemeli kadın! Güçlenmeli! Çağdaş, hür olup, ayaklarının üzerinde duran kadın mecliste, sahnede, işyerinde ağırlığını hissettirmeli.

Kabuğuna çekilip ömrünü dört duvar arasında geçirmemeli. Kadının sesi çıkmalı.

Erkeğin eline bakan değil, ekmeğini kendi kazanmalı kadın. Ve ekonomik özgürlüğünü ilan etmeli dedik. Kulağa hoş gelen bu sloganların arasında –

 Kadının birinci vazifesi ‘ annelik’ diyerek desteklenmedi kadın.

Bu sloganlar yumağına kadını sarmak, ailenin yok olup, parçalanması demektir.

Ailede kazanç pazarlığı olmaz. Erkek, eşine ben kazanıyorum, sen yiyorsun diyemeyeceği gibi daim maddi ve manevi evin eksiklerini gideren olmalı. Hatta temel ihtiyaçları azalmadan, telafi edecek titizliği göstermeli.

Anne çocuklarını en güzel şekilde büyütmek ve ev huzurunu muhafaza etmek için didinirken, güler yüzlü ve hoş sohbetli olmalı.

Çocuk fedakâr anne ve babasına karşı saygı ve sevgiyi hissettirmeli. Bu temel kurallar dairesinde büyümedik mi hepimiz. Belki sınırlı bütçede bir mutfağımız vardı, belki bayramdan bayrama ayakkabımız oldu ama isyan etmedik yokluğa bilakis annemiz bize şükretmeyi öğretti. ‘’ Şefkatin en büyük amili analardır. Hayatımdaki bütün hatalarım, ana terbiyesi görmeyeşimden ileri gelmiştir.’’ Der J. Rousseau. Yokluk değil, annesizlik üzmüştür onu.

Şimdi evladını çalışmak zorundayım diye anne terbiyesinden, sıcaklığından ve en önemlisi anne hatırasından mahrum eden annelerin vicdanı rahat mı diye soralım mı? Geçenlerde bir video izledim. Muhafazakâr bir kadın psikoloğa, bir anne telefonla bağlandı ve şöyle dedi. ’’İki tane küçük çocuğum var ve ben eş durumundan dolayı çalışmak zorundayım ama evlatlarımı annesiz bıraktığım için vicdanım sızlıyor ne yapmalıyım. ’’ Zorunlu çalışma olduğu için, rahat olun hem kreşler daha iyi bakıyor çocuklara diye cevap aldı. Vicdanlara da ‘Zorunlu çalışıyoruz’ diye kart bastırdık biz.

Kadın dokuz ay karnında taşıdığı evladını, ekonomik özgürlüğü için mi annesiz bırakıyor? Yoksa aile elbisesinin sökülmesi için tertiplenmiş oyunun içine mi giriyor? Cevapsız bırakalım mı bize ağır gelenleri? Hangi taşı kaldırsam, altından bir menfaat çıkıyor diyebilir miyiz? Annelik pasifize edilmeden dünyadaki değişim mümkün değildi. Bundan duygulara bir bıçak sapladık bin bir türlü sloganlarla.

Kadın ezilmemeli derken. Sahi kadını kim eziyor? Ailesi, eşi, çocuğu için hiç durmadan çalışan ve mutfak alışverişini yapıp eve taşıyan erkek mi?

Ömrünü eşine ve çocuklarına adayan kadın evde yemek, temizlik yaptığı için mi eziliyor?..

Kadından, anne oluşu aldılar. Ve annesiz çocukların bozuk psikolojisi toplumu dibe çekmeye başladı.

Peki, çalışma sahasına giren kadını sistem koruyor mu, eziyor mu? Görevi olmadığı halde ekstra kadına iş yüklemek, helal lokma için merdiven silen kadına, ikinci sınıf muamelesi yapmak insani bir davranış mı?

Kasada, büroda, satışlarda reklam için kullanılan kadın fiziğini teşhir etmeye programlandırılırken sömürülmüyor değil mi?

Anneliğini feda eden kadınların, iş yerlerinde cinsel istismara uğramaları ayrı bir trajedi. Toplumda sesimi duyuracağım diyen kadınların, çalışma hayatındaki problemleri yıpratıcı. Kadın dışarıda çalışırken, para kazanırken daha çok aşağılanıp, ezildi gerçeğini inkâr edebilir miyiz? Eve geldi, dışarının fısıltısını ailesine uyguladı. Eşine ben de çalışıyorum, yorgunum yemek, temizlik ortak dedi. Bununla da kalmadı sabah okula giden çocuğuna kahvaltı hazırlamadı. Bahane olarak da erken saatte bir şey yemiyor dedi. Çalışmayan kadın da ondan görüp aynısını yaptı. Kadın korunmaya alınırken, ailedeki yaralar çoğaldı.

Çocuk uyandığı zaman başucunda bakıcıyı görüyor. Akşam da annesiz uyuyor. Çocuk yüreklere, annesizlik yarasını açmaya hakkımız var mıydı? Büyüdüğünde üniversite için evden uzakta olacak. Annesiz çocuklar nasıl bir kültürde yetişiyor, evin varlığını muhafaza edebiliyorlar mı? Bugün karşımıza çıkan izmler, ve bozuk ahlak yapısı ile meşrulaşan bir çok şeyin altında annesizlik ve evsizlik yatmakta.

Toplumda öncü ses olmak için kendini dahi terk eden kadınlara, anne kadınlar nerede diye soralım?

Huzur, para ve kariyerde olsaydı eğer, boşanma oranları artmazdı. Peki ekonomik özgürlük kadına şiddeti ve cinayeti durdurdu mu? Şimdi aile enkazı var karşımızda. Kurtarmak için yazıp, çiziyoruz, tweetler atıyoruz, aile önemlidir diye son ses bağırıyoruz. Özgür alacağım safsatası ile kandırdı kadınlar.

Biz sadece aileyi, anneliği değil, gençlerimizi de kaybettik.

Değerlerimize muhalif kendi başına olmayı arzulayan, doğrularımızı kabul etmeyen gençlik var karşımızda tam da batının istediği bir gençlik. Batıda ev var, aile yok. Çalışan kadın, çocuk ayrı ev tutuyor kendine. İçine de özgürlüğü koyuyor. Tek kelime ile vahşet. Avrupa da evinde öldüğü çok sonra fark edilen yaşlılar çoğalmakta. Kimisi iki ay, bir yıl sonra fark ediliyor. Allah korusun bizi bu hazin sondan.

Yalnızlığın ölümlerini kendi elimizle hazırlıyoruz. Kendi elimizle, kendimizi bitiriyoruz.

“Hiçbir insan iyi eğitilmiş bir aile kadar önemli bir miras bırakamaz.’’ diyor Thomas Scott. Evet, anne – baba miras olarak şöhret, para, gayrimenkul başarı hikâyesi, ödül değil, alın teri bırakabiliyorsa o aile asla parçalanmaz.

Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Cahit Zarifoğlu: “Anne ne olur/Eksilme hiç başımızdan.’’ Kalbinize emanetsiniz…