Geçen hafta sonu sırladığımız sevgili dostumuz, ağabeyimiz, kardeşimiz İrfan Çiftçi’nin -rahmet olsun- uzun zamandır kenarda duran “Avuçlarımızda Titreyen Dünya: Küreselleşme” kitabını yeni bitirdim.

Bakü’de ateşe idi. Biz de sık sık kardeş ülkeye gidiyorduk. Her seyahatte mutlaka oturup sohbet ediyorduk. Bir keresinde yabancılaşma, ötekileşme, küreselleşme meselelerini konuşurken, “Yahu gâvura gâvur demeyeceksek ne diyeceğiz” diye hiddetlenmiştim. O da gülümseyerek adı geçen eserini “ezelden muhabbetle” imzalayıp vermişti.

Bizim Ertuğrul Fındık’ı Diriliş Postası okurları yakından tanır. Gazetenin ilk yıllarında fena denge bozucu yazılar kaleme almıştı. Cins bir kafadır Ertuğrul. “Gâvurca Türkçe Sözlük” isimli kitabı hâlâ elimin altındadır.

Kavramla cephe savaşı yürütülen bir dönemde yazılmıştı kitap. Bu savaş hâlâ devam ediyor. Ertuğrul’un tespitiyle, bizim silahlarımız katbekat onlardan üstün ama gâvurlar ellerindeki her türlü imkânla kendi kavramlarını boca ediyorlar üstümüze.

Ertuğrul’a göre gâvurlar, “evlerinde bulgur yokken Dimyat’a gelip pirinçlerimize el koydular.”

O yüzden biz -her zaman- gâvurların ötekisiyiz!

Dünya bir heterotopyalar sarmalına girmiş durumda. Bir zamanlar “dünyayı doyasıya yaşamak” deyiminden dünya cennetlerini anlıyorduk. Sınırlarını büyük ölçüde en büyük küresel marka Google’un çizdiği bu ütopyanın bir gavur icadı olduğunu söylediğimiz zaman bize “gerici”, “yobaz” dediler, iyi mi? Biz de “öyle ise yobazlık iyidir” dedik ve bugünlere geldik.

“Yirminci yüzyıl ideolojilerin bittiği yıldır” diyordu gâvur feylesoflar. Çünkü yeni bir dizayn peşinde idiler: Küreselleşme…

Ekonomide, siyasette, ticarette, iş bölümü ve emek piyasasında, iletişimde, güvenlikte, kültür ve sanatta, medeniyet değerlerinde, yatırım ve sermayede…

Hemen her alanda küreselleşmeyi yaşadık, pratiklerini gördük. “Kesif anlamda ideolojik” (Şerif Mardin) bir zaman dilimi olan yirminci yüzyılın sonlarından başlayarak bizi alıştırdı gâvur.

Neye alıştırdı?

Yeni Dünya Düzenine…

Soğuk Savaş sonrasında ‘öteki’nin kızıldan yeşile nasıl döndüğünü hep birlikte görmedik mi?

Ve bu yeni zihinsel haritanın getirdiği toplumsal çatışmaları (Çekiç Güç, Taliban, Arap Baharı, İslamofobi vs) Rambo filmi seyreder gibi seyretmedik mi?

Merhum İrfan Çiftçi’nin tespitiyle, yeryüzünde aklı ve gönlü arasında sıkışmış insanın 3G (Google, Globe ve gönül) trajedisi devam etmiyor mu?

“Küreselleşme”den bir pasajla açalım daha çok su götürecek bu temcit pilavını:

“İngiltere Prensesi, Japon yapımı motosikletlere binmiş İtalyan paparazziler tarafından yakın takip altındayken, İskoç içkileriyle sarhoş olmuş Belçikalı bir şoförün kullandığı Alman yapımı özel arabanın içerisinde Mısırlı sevgilisiyle birlikte Fransa’da bir tünele girmek üzereyken kaza yaptılar. Uluslararası bir doktor ekibi Brezilya’da üretilmiş tıbbi malzemeler yardımıyla ilk müdahaleyi yapmıştı. Dünya basını bu olayı Amerikalı Bill Gates’in programlarıyla çalışan bilgisayarları kullanarak yazıya dökmüş, uydular üzerinden bütün dünyaya görüntüleri servis etmişti. Siz de bütün bunları muhtemelen Tayvan malı mikroçipler ve Bangladeşli işçilerin emeğiyle üretilmiş Çin menşeli diğer teknik parçaların bir araya getirilerek Singapur’da monte edilmiş bir Kore yapımı ekrandan izlemiştiniz…”

Sevgili okuyucu…

Danıştay, Ayasofya’nın 1934’te müzeye dönüştürülmesi kararını tam 86 yıl sonra iptal etti. Yani Ayasofya cami statüsünü yeniden kazandı.

Elhamdülillah…

Bu süreçte en çok kimlerin sesi yükselmişti hatırlayın: Gâvurların ve onların beslemesi olan içimizdeki küreselleşmiş/ehlileştirilmiş İrlandalıların… Yani ‘yerli’ gâvurların…

Yani durumun kısa ve net özeti tam da böyle…

Bilelim, anlayalım…