Daha önce çok fazla yazdım, çok fazla söyledim ama yeri geldi hem de çok net ve hakikaten geldiği için tekrar söylemem lazım ki “yazmak mukaddes bir uğraştır.” Elbette bu hakikati bilen ve bu minvalde yürüyenler için. Bir de şu var “yazmak bence dua etmeye benziyor, derdini, hayalini, maksadını yazıyorsun, bir şekilde yazarak dua ediyorsun ve senin derdini dinleyen ve hatta aynı derdi dert edenler “âmin” dercesine okuyorlar.

Bu söylediklerimi şunun için söylüyor ve bu yazdıklarımı şunun için yazıyorum.

Efendim, ben yılladır bir Ayasofya derdini sinemde taşıdım. Benim gibi bu derdi taşıyan çok fazla insan olduğunu ve bu dert ile bu dünyadan göçenlerin olduğunu da bilerek taşıdım bunu. Ne acılar çekildiğini, nasıl bir dert ele dertlenildiğini okudum da durdum. Ayasofya Camii’nden içeri ayaklarımda ayakkabıyla girmekten hep utandım. Ecdadın uğrunda can verdiği, ezan sesi kubbesini doldursun diye her şeyinden vazgeçtiği, sultanların, üstatların, evliyaların secde ettiği bir mabede ayakkabılarımla girmek fikri her zaman içimi acıttı benim.

Bu acıyla belki de bir “Ayasofya Romanı” yazmak nasip oldu. Tuhaf belki ama daha evvel bir başka kitabımı yazarken okuduğum Arapça cümle her kitabımda zihnimde asılı durdu ve durur. “Kim bir Müslümanın hayatını yazarsa ona yeniden hayat vermiş gibi olur.” Bu kitapta da öyle oldu. Karşıma bir “Binbaşı Tevfik Bey çıktı. Ayasofya davasında ön saflarda olan, ölmeyi dahi göze alıp da Ayasofya Camii’nden içeri o pis ayakları sokmayan bir yiğitti o ve hakkında neredeyse bilinen hiçbir şey yoktu. Bilinsin istedim ve bütün hikâyemi aslında onun üzerine kurarak anlattım Ayasofya’yı.

Hatta şöyle yazmıştım:

“Hem biliyorum sen de ben gibi hissedersin kâri. Lakin sormak icap eder şimdi; bir benim mi ağrıma gidiyor ecdadın başlarını secdeye koyup da ibadet ettikleri yerlere ayakkabılarla basıyor olmak? Bence hayır, senin de benim de ve biz gibi pek çoğunun da ağırına gidiyor biliyorum. İşte belki de bunun için Ayasofya’yı açmak ölümden uyanmak gibi, Ayasofya’yı açmak yeniden doğmak gibi…

Bu okuyacağın, Ayasofya’da alnını secdeye koymadan ruhunu teslim etmekten korkan birinin duasıdır. Belki de bu duaya ‘âmin’ denilsin diye yazılmıştır bu kitap.”

Şimdi şükür, bin şükür ki Ayasofya Camii’nde başlarımızı secdeye koyacak ve ecdadın ruhunu bu ıstıraptan kurtaracağız. Ben de belki de bu yolda bir toz zerresi kadar da olsa faydam vardır ya da belki vesile olmuştur diye ömrüm boyunca kendimi mesrur olan kullardan sayacağım.

Ruhun şad olsun Ey Sultan Mehmed Han, Ayasofya Camii hür artık.