Gece, çocuğun bilinmezidir. Çocukların hayallerini süsleyen kahramanlar da korkularını besleyen canavarlar da geceleri yaşar. Erken yatıp erken kalkmak mecburiyetinde olan çocuklar, geceleri hep büyüklerin zamanı olarak kabul eder. Ancak Ramazan geldiğinde, çocuklara büyüklerin esrarlı zamanın kapıları açılır. Hele bir de çocuk, sahur zamanı uyanır ve büyüklerin, gecenin bir vakti bir şeyler yaptığını görürse onun için Ramazan geceleri daha da esrarengiz bir hal alır.

M. Yahya Coşkun

En genel hatlarıyla özetlemeye çalıştığımız Osmanlı’da Ramazan bahsinin diğer bir başlığı da “Çocukların Ramazan’ı” olmalıdır. Asırlar evvelki çocuklar, Ramazan-ı Şerif’in gelmesini dört gözle beklerdi desek mübalağa etmiş olmayız. Evvela Ramazan geldiğinde okul hafifler, mektepler yarım azad olurdu. Bu bile tek başına çocukların Ramazan’ı beklemesi için yeterliyken buna bir de gece oyunlar oynama serbestliğini ilave edince çocukların niçin Ramazan’ı sevinçle beklediği anlaşılmış olur.

Gece, çocuğun bilinmezidir. Çocukların hayallerini süsleyen kahramanlar da korkularını besleyen canavarlar da geceleri yaşar. Erken yatıp erken kalkmak mecburiyetinde olan çocuklar, geceleri hep büyüklerin zamanı olarak kabul eder. Ancak Ramazan geldiğinde, çocuklara büyüklerin esrarlı zamanın kapıları açılır. Hele bir de çocuk, sahur zamanı uyanır ve büyüklerin, gecenin bir vakti bir şeyler yaptığını görürse onun için Ramazan geceleri daha da esrarengiz bir hal alır.

19. asrın sonlarına kadar sokaklarında ışık bulunmayan, insanların ellerinde fenerlerle ancak gözünün ucunu aydınlatabildiği kapkaranlık ve ıssız İstanbul geceleri, Ramazan gelince canlanır; insanlar, gece yaşamaya başlardı. Binlerce insanın ellerinde fenerlerle karanlık sokaklarda yürümesi, yıldızların yeryüzündeki dansına dönüşür, seyyahlar bu tabloya hayran kalırdı. İşte çocuklar da bu efsunlu dünyaya adım atarlardı.

Gündüz sokaklardan çanak, kiremit toplayıp fişek ve mehtaplar alan çocuklar, gece bu malzemelerle ışıklı bir yol oluştururlardı. Uzaktan feneriyle gelen birini gördüklerinde “Bakkalda üzüm, fenerde gözüm” diye bir tekerleme tuttururlar, yolcuyu kendi ışıklı yollarına çekerlerdi. Ahali de bu oyunu bildiğinden çocukların ışıklı yolundan geçer, onlara fişek ve maytap parası vererek bu mübarek ayda çocuk sevindirirdi. Ancak ara sıra acelesi olan ya da yeteri kadar yardımda bulunduğuna inananlar da olur, onlar çocukların ışıklı yoluna girmezdi. İşte o zaman çocuklar bu gibi yolculara saldırır, onların fenerlerini kırarak gece vakti ışıksız bırakırlardı. Kimi zaman bu hadiselerin büyüyüp karakola taşındığı bile olmuştur.

Bu gibi hadiseler yaşanınca kimi çocuklar, aşırı gidildiğini düşünür, arkadaşlarına kızarlardı. Arkadaşları da onları “muhallebi çocuğu” olmakla suçlardı. Malum muhallebi, baş üstündeki tabla ve kutularda seyyar satıcılar tarafından satılan tatlılara göre daha pahalıdır. Bu sebeple muhallebiyi biraz daha zengin olan çocuklar yer, fukara çocukları da onları muhallebi çocuğu diye çağırırdı.

“Yukardan geliyorum Memo

Aç kapıyı göreyim kim o

Hemiaspro, hemikokkino

Vay ne güzeldir keten helva” diye bağıran helvacı, hem Ramazan’da hem de diğer zamanlarda çocukların en sevdiği satıcıdır ve çocukların en çok tükettiği tatlı, helvadır desek yanılmış olmayız.

Okulları hafifleyen, geceleri sokaklarda oynama şansına erişen çocuklar, Ramazan’da aileleri ile birlikte İstanbul’u da gezer ve bundan memnun olurlardı. Aileler, türbe ziyaretleri vesilesiyle muhakkak Eyüp’e uğrar, Eyüp’e gidince de çocuklarına oradaki meşhur oyuncakçılardan oyuncaklar alırlardı. Yine çocuklar, yatsıdan sonra camilere gider, teravihte türlü yaramazlıklar yaparlardı.

İnsanların herkese yardım etmek istediği ve özellikle de çocuk sevindirdiği zamanlarda Şehr-i Şerif’te çocuk olmak muhakkak ki çok keyifliydi.