Mesleğim olması itibariyle çevremde yüzlerce öğretmen var. Yüz yüze olmasa da irtibatta olduklarımızı da dâhil edecek olursak bu rakam binlere ulaşır. Dolayısıyla öğretmenlerin gündemini ve taleplerini doğrudan takip edebiliyorum. Öğretmenler her geçen gün itibarlarının iadesi noktasında seslerini yükseltiyor. Kırgınlıklarının temelinde ise “ötelenmişlik” duygusu yer alıyor. Özellikle 1980’lerle birlikte hızlanan itibar kaybı daha çok devletin eğitim politikalarıyla bağlantılı olarak değerlendiriliyor.

Eğitim öğretimde son 20 yılda derslik, materyal ve teknolojik alt yapı bakımından yaşanan devrimleri en başta öğretmenler sahiplenmiş ve yoğun olarak takdir etmiştir. Fakat öğretmeni dışarıda bırakan her atılım ister istemez eksik kalacaktır. Çünkü nihayetinde eğitimin uygulayıcısı öğretmendir.

Öğretmenin silikleştirilmesinin başlangıcını 1930’larda başlayan dil devrimine kadar götürebiliriz. Nitekim bu dönemde pek çok Türkçeleşmiş kelimemizin yerine konulan uyduruk kavramlar ister istemez büyük bir kitleyi de silikleştirmiştir. 1930’lara kadar “Maarif Vekâleti” olarak geçen kurumsal kimlik “Milli Eğitim Bakanlığı” haline dönüştürülmüştür. Aynı şekilde “Talim-terbiye-tedrisat-tahsil” gibi bin yıllık kelimelerin yerini eğmek kökünden türetilen “eğitim” kelimesi aldı. “Muallim” kelimesi de bu dönemin gazabından payını alarak “öğretmen” haline dönüşüverdi. “Kendini bilmek ilmi” anlamındaki “maarif” kelimesinin ağırlığını eğmek kökünden türetilen “eğitim” kelimesi ile karşılamaya çalışmak elbette itibar kaybını da beraberinde getirdi. Benzer şekilde ilmi aktaran kişi anlamındaki “muallim” kelimesini tamamen uydurukça bir kelime olan “öğretmen” ile değiştirmek bu kaybı bir kat daha artırdı.

Yeni Türkçede “men” ekiyle birçok kelime icat edilmesi bu ekin bilinen anlamıyla değil Cermen dillerine akrabalık iddiasından yola çıkarak “mann” kelimesinin bu dillerdeki “kişi ve yapıcı kişi” anlamına özenerek meydana gelmiştir. Böylece “men” eki fark gözetilmeksizin isim ve fiil tabanlarına getirilmiştir. Uzman, ökmen, sözmen, denetmen, sayman, yazman, seçmen, yönetmen, çevirmen, danışman gibi “öğretmen” de bu süreçte uydurulan kelimelerden biridir. Çünkü Türkçemizde “men” şeklinde bir yapım eki yoktur. “man/men” Türkçede mübalağa ekidir. “Karaman, akman, toraman, kocaman, şişman” gibi. Diğer taraftan öğretmen, eğitmen, üretmen gibi uydurma kelimelerin öğretici, eğitici, üretici olarak düzeltilmesi gerekir.

Bir kelimeden ne çıkar demeyin. Her kelime tarif ettiği şeyin ağırlığını ve itibarını taşır. Bu anlamda “muallim” kelimesinin ağırlığını ve itibarını “öğretmen” gibi Türkçenin kurallarını ihlal eden uyduruk bir kelime taşıyamaz. Merhum Nurettin Topçu’nun ifadesiyle söyleyecek olursak “Muallim, gençlere bilmediklerini öğreten bir nakledici değildir. Bu iş kitabın işidir, bilmediklerimiz hep kütüphanelerde bulunmaktadır. Muallim ruhların sanatkârıdır”. Milletimiz “öğretmen” kelimesini benimseyemediği için onun yerine genellikle “Hoca” kelimesini kullanmayı tercih etmiştir. Halen de lise ve üniversitede eğitim alan milyonlarca gencimiz “Hocam” şeklinde hitap etmeye devam etmektedir. Bir dönem “Hoca camide” tezviratıyla bu kelimeyi de itibarsızlaştırmaya çalışsalar da milletimizin irfanı “Hocam” ile yola devam etmektedir.

Devletimizin başta kavramlardan başlayarak “öğretmen” camiasının itibarını artırması elzemdir. Çünkü eğitim ve öğretmen bir milletin kurucu öğeleridir. Bunun için atılması gereken ilk adım bu mesleği özendirecek şekilde öğretmenlerin sosyo-ekonomik durumlarını yükseltmektir. Geçen hafta açıklanan yılbaşından geçerli zamlı memur maaşları çizelgesine baktığımızda ihtisas meslekleri arasında en düşük maaşı öğretmen almaktadır. Bu manzara 2023 ve 2071 hedefleriyle uyuşmuyor. Ülkemizin ve milletimizin sürdürülebilir kalkınma hedefinde ilerlemesini istiyorsak en başta dikkate alınması gereken eğitim ve öğretmendir. Bu ikisi olmadan kalıcı başarıdan söz etmemiz mümkün görünmüyor.