Türkiye, Suriye meselemizde hatırı sayılır büyük işler yaptı.

Ama bütün bu işleri yaparken, gereksiz bir şekilde müttefiklerine (?) güvendi ve hayati denecek kıymetli zamanları yitirdi sırf bu yüzden.

Gazetemiz Yayın Yönetmeni Hakan Albayrak, bu hususa dair sayısını hatırlamadığım kadar çok yazı yazdı, Türkiye’yi uyardı.

Sözde müttefiklerin boş vaatlerini ve oyalamalarını bir kenara koyup muhalifleri, gerekirse dişlerine kadar silahlandırıp, sorunun kangrene dönüşmeden halledilmesi gerektiğini önerdi bahsi edilen bu yazılarda.

Ama ne yazık ki, fazla itibar görmedi bu öneriler.

Geldiğimiz son nokta, aziz dostumun ne kadar haklı olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.

Zamanı geri döndüremeyeceğimize göre, geçmişteki hatalar üzerinden uzun değerlendirmeler yapmanın da bir anlamı yok doğrusu.

Önümüzde yepyeni bir fotoğraf, yepyeni bir perspektif var.

Rusya’nın hadiselere fiilen müdahil olması sonrasında yaşanan gelişmeler, Türkiye’yi, başlangıçta yapması gerekenleri gerçekleştirme noktasına taşıdı.

Bilindiği gibi Rusya, DAEŞ’le mücadele görüntüsü altında Suriye’deki muhalif güçlere yönelik operasyonlar başlatarak Esed’e, kelimenin tam manasıyla “kan” pompalamaya başlamış, Türkiye açısından gerek stratejik ve gerekse manevi anlamda çok mühim olan Bayır-Bucak Türkmenlerini hedef alan saldırılarda bulunmuştu.

Rusya’nın, İran’ı ve “Hizbul Esed’i” de yanına alarak yaptığı saldırılar, Türkmen Dağı’nın düşmesi noktasına ulaştıktan sonra, olması gerek oldu.

Türkiye’nin, gereken hamleleri yapmasını müteakip Türkmenler, kaybettikleri her karış toprağı ve her mevzii geri aldılar önceki gün.

Şüphesiz ki, bu çok kolay olmadı.

Çok önceden bu cephenin tahkimi için yapılması planlanan yardımların, dahildeki ihanet şebekelerinin müdahalesiyle önemli ölçüde akamete uğradığı gerçeğiyle birlikte düşünüldüğünde, Türkiye’nin, en azından şimdilik, hakikaten zorlu bir işin üstesinden geldiği açıkça görülecektir.

İşte bu gelişmeler Rusya’yı, Türkiye’nin hava sahasını da ihlal ederek ilgili bölgeye müdahale etme riskine itti.

Daha önceki sınır ihlallerini “uyarı” ile geçiştiren Türkiye, başta Rusya olmak üzere hiç kimsenin beklemediği bir adım attı.

Sınır ihlali yapan Rus uçağı önce ikaz edildi, ardından angajman kuralları gereği düşürüldü.

Bu şoke eden gelişmenin dumanı henüz tüterken, Türkmen mücahitler bir Rus helikopterini alaşağı ettiler.

Ardı ardına yaşanan, bendenizin; “hayırda yarışmak” şeklinde latifeyle ele aldığım bu hareketlilik, Esed-İran-Rusya ittifakını büyük bir moral çöküntüye uğratırken, psikolojik üstünlüğün bizim tarafımıza geçtiğinin işaret fişekleri oldu.

Şu bir gerçek ki, bütün dünya bu hadiseye kilitlendi ve “şimdi ne olacak?” sorusu sorulmaya başlandı.

“Savaşa girer miyiz?”, “Rusya gaz sevkiyatını durdurur mu?” gibi soruların yanında, Türkiye’de öteden beri mevcut olan işbirlikçi çevrelerin, yani adlı adınca ihanet şebekelerinin, nasıl olur da kendi ülkelerinin aleyhinde bir tavır aldıkları sorusu da çok mühim elbette.

Bu müessif durumu, kısmetse daha sonra değerlendirelim.