Ülkemizin geleceğini, milyonlarca gencin hayallerini çalan 28 Şubat darbesinin aktörlerini daima suçladık. Çoğunluğu asker olan bu darbeciler Ak Parti iktidarında yargılandılar ve ağır hapis cezalarına çarptırıldılar. Buna rağmen artık yaşlı olmaları gerekçe gösterilerek cezaevinde yatmamalarına dahi içerledik, itiraz ettik.

Peki siyasi kanadı zayıflatarak darbenin önünü açanları hatırlıyor muyuz? İsmet Sezgin, Rifat Serdaroğlu, Refaiddin Şahin, Mehmet Batallı, Necdet Menzir, Hamdi Üçpınarlar, Gökberk Ergenekon… Bu kişiler, Refahyol Hükümeti’nin bir parçası olan DYP’nin milletvekiliydiler.

DEMOKRASİ ADINA DARBENİN PİYONU OLDULAR

Refahyol Hükümeti’nin kurulmasının üzerinden henüz altı ay dahi geçmemişken partilerinden istifa edip, zaten “kritik bir farkla” güvenoyu almış olan Hükümeti sarsmışlardı. Hüsamettin Cindoruk liderliğinde kurdukları Demokrat Türkiye Partisi‘ni bugün tamamen unutmuş olabiliriz. Çünkü bu parti her ne kadar büyük iddialarla kurulmuş olsa da, “bir işlev” için hayata geçirilmiş, görevini yapmış ve siyasi hayata bir enkaz olarak veda etmişti.

Cindoruk 1997’de, partinin kuruluş toplantısında yaptığı konuşmada, ülkenin mevut hükümet eliyle “kutuplaştırıldığını”, Cumhuriyet’in temel ilkelerinin tehdit altında olduğunu söyleyerek artık kavgacı değil, tüm kesimleri uzlaştırıcı bir siyasetin başladığını duyuruyordu. Ne kadar tanıdık değil mi?

Daha birkaç ay önce Tansu Çiller sayesinde mecliste vekil olabilmiş DTP’liler adına Cindoruk DYP-Refah Koalisyonu için “Hükümetten iki sıfırı atacağız. Çünkü hükümetin iki ortağı sıfır artı sıfırdır” diyordu. Partinin kurulmasından bir ay sonra 28 Şubat darbesi gerçekleşti. Temmuz ayında Necmettin Erbakan Başbakanlıktan istifa ettiğinde Demirel, görevi Çiller’e değil, Mesut Yılmaz’a verdi ve ülkenin bankalarının kudretli darbeciler eliyle soyulduğu, öğrencilerin üniversite kapısının önüne konulduğu kara günler başladı.

Türkiye’yi kutuplaştırdığını iddia ettikleri Hükümet’i yıkmayı başarmışlardı. Bu sayede tamamı yeni hükümette bakanlık koltuğuna oturdular. Yüce demokratik idealler diyerek çıktıkları yolda aşağılık bir darbenin piyonu olmayı başarmışlardı. İlk seçimde iktidar olacağını iddia eden Cindoruk’un partisi 1999 seçimlerinde yüzde 0,58 oy alarak siyasi partiler mezarlığına defnedildi. Bu ölü partinin başına Yaşar Okuyan geçti.

DAVUTOĞLU VE BABACAN’IN AKIBETİ

Cindoruk ve Yaşar Okuyan gibi DTP’lilerin serencamını gördükçe insan ister istemez, tüm siyasi geçmişini ve birikimini AK Parti’ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a borçlu olan Davutoğlu‘nu hatırlıyor.

Sabık Başbakan, terörist yapılara hoşgörüyle yaklaşmasıyla tanınan liberal-sol bir internet sitesine verdiği demeçte, Cumhurbaşkanının Türk siyasetindeki “anti-demokratik eğilimlerinin” en önemli temsilcisi olduğunu söylemiş. Yetinmemiş, Erdoğan ile aralarındaki ilk ayrılığın PKK’nın güneydoğu illerinde ilan ettiği özerklik üzerine başlayan çatışmalarda yaşandığını ifade etmiş.

Kendisi bazı sözde akademisyenlerin devleti katil olmakla itham ettikleri bildiriyi “düşünce özgürlüğü” kapsamında değerlendirirken, Cumhurbaşkanımız bu görüşü şiddetle reddetmiş.

Şu andaki koltuklarını dahi AK Parti seçmeninin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a olan muhabbetine borçlu olan Davutoğlu ve Babacan, isteseler de DTP’nin 28 Şubat’taki rolünü üstlenemezler. Çünkü, iktidarı sarsmak isteyenler nezdinde böylesi bir “güce” sahip değiller. Fakat akıbetleri konusunda ciddi bir ipucu veriyorlar.