Bende-i Kur’an olan Hazret-i Mevlana’yı, senelerce hümanist diye yutturdular bu millete.

Gayet normal. Zira hümanizm, en kısır manasıyla insancılık olarak yerleş(tiril)mişti çorak ve tembel zihinlere.

Oysa insanı âlemin merkezine koyan, insana -haşa- ilahlık vasfı takındıran, insan nefsini, zevklerini, ihtiraslarını tabiat üzerine mutlak hâkim kıldıran; küstah ve kibirli bir ideolojiden ibaretti hümanizm. Hoşgörüye değil, azgınlığa açıyordu insan fikrinin kapılarını. En artistik sevgilerin, en ‘’evrensel’’ kucaklamaların değil; en sınır tanımaz hırsların muhafızlığını yapıyordu…

Bu büyük istismarı, bu dehşet ahmaklığı durduramadık.

Meselenin bir ciheti böyle.

Hazret’e küfür ve şirk isnat eden, hatta ağza alınmayacak kötü sıfatlar konduran edepsiz cehalet de yıkmamız gereken bir diğercephe…

Fakat bugün bambaşka bir vebali konuşalım:

YıllardırMevlana türbesinde ney çalınıyor. Şer’-i şerife uymayan nice bidatler o ulvi makama eza veriyor. İyi şeyler yapıldığı zannedilerek entelektüel fuhuş panayırları kuruluyor. Sonra da ‘’insanlar huzur buluyor’’ kafasıyla, tüm bu rezaletler meşrulaştırılıyor…

Hazret-i Pir’in Mesnevi’sine sayısız şerh yapılmış şu ana kadar. Ehl-i sünnet âlimleri, klasik ve modern bozguncuların aksine hep en doğru tevilleri, en temiz açıklamaları yapmışlar. Mevlana Cami hazretlerinden tutun Abidin Paşa’ya kadar, pek çok ilim irfan sahibi; ney’den kastın insan-ı kâmil olduğunu delillerle ispat etmişler…

O halde ciddiyet lütfen:

Hazret, ney veya başka bir çalgı çalmamış, komik danslara yeltenmemiştir. Tasavvuf caddesine yeni duraklar dikmemiş, o has yola ‘’ibadet’’ rotalı uydurma işaretler serpmemiştir. Her haliyle Resulullah Efendimiz’e (aleyhis salatüvesselam) uygun yaşamış ve etrafına bunu nasihat etmiştir. Vera ve takva sahibidir. Bırakın haramdan sakınmayı, şüpheliden bile el etek çekmiştir. Kendi deyimiyle; Kelâm-ı Kadim’in kölesi, Şanlı Peygamberimizin yolunun tozudur. Ve şüphesiz ki sözlerini tahrif edenlerden bîzar, o çürük sözlerden de uzaktır.

Mizmarla, müzikle kendinden geçmek, çalgı eşliğinde ibadet etmek şöyle dursun; hazretin sesli zikir dahi yapmadığı insaf ehlince bilinir ve bildirilir. Nitekim Mesnevi’sinde bunu anlatan ifadeler mevcuttur…

Zaten böyle cins cins ayinler, garip şaklabanlıklar; Hazret-i Mevlana’nın vefatından birkaç asırsonra ortaya çıkmış, her geçen gün haddi aşarak günümüze kadar gelmiştir.

Olay biraz da şudur:

İmam-ı Rabbani, Şah-ı Nakşibend, Abdullah-ı Dehlevi, Halid-i Bağdadi, Seyyid Abdülhakim Arvasi gibi âlim vee vliya zatları tanımayıp, eserlerinden uzak kalanlar; temel din bilgilerinde olduğu gibi, tasavvufun da hakikatindenuzak kaldılar. Şeytaneğlencelerini, laubali hazları, cüretkâr cehaletleri kurtarıcı ve kavuşturucu sandılar…

Şu da var:

Tüm bu inatlaşma, ruhun ve nefsin gıdasının ne olduğunu karıştırmaktan da kaynaklanıyor aslında. Pek çok kişi, tasavvuf yolunu; reformist gevezelerden yahut kafasında fötr şapka geçirip kadınlı-erkekli meclislerde şeyhlik taslayan hainlerden öğreniyor. Biraz kitap okuyan da, başı sıkışınca İmam-ı Gazali hazretlerine, bir takım ulemaya iftira atıyor. Onların neyi nasıl anlattığını tam anlamadan, yahut kasten tahrif ederek; kendi nefslerine pay biçiyorlar. Sima’ ve teganni gibi mefhumları kafalarına göre yorumlayıp, bu mesaildeki incelikleri bilmeden kendi dinlerine iman ediyorlar…

Bir köşe yazısına sığamayız elbette.

Bazı noktaları kısa geçtik, nasipse birazını haftaya açalım.

Şöyle bitirelim:

Hazret-i Pir’in mübarek makamı işgal altındadır. Tasavvufta yeri olmayan nefs aldatmacası bu facia acilen durdurulmalı, sofu geçinen cahillere, tasavvufu çalgılı çengili oyun zanneden gevşeklere geçit verilmemelidir.

Müslümanın kabrinde Kur’an-ı Kerim okunur!