17 Aralık tarihi hepimizin gözünde ve ruhunda farklı anıların canlanmasına vesile olur. Bu topraklarda yaşayan herkesi manevi olarak birleştiren ve ruhunu doyuran isimler vardır. Mevlânâ Celaleddin-i Rumi de yüzyıllar boyunca bizi ve tüm dünyayı etkilemiş bir değerimiz. 4 gün önce 17 Aralık’ta kendisinin 747. vefat yıl dönümüydü, yani Şeb-i Arus! Pandemi şartlarından dolayı Konya’da her yıl yapılan törenler kısıtlı şekilde icra edildi. Buraya kadar bir sorun yok.

Dijital platformları ve Youtube’u sık takip ediyoruz. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu’nun Youtube kanalındaki İstanbul’da Şeb-i Arus başlığıyla Muhsin Ertuğrul sahnesinde “Evrensel Mevlânâ Âşıkları Vakfı – EMAV” tarafından gerçekleştirilen ‘şey’i izledim. Bazen duyduğuna inanamaz kulaklarını yoklar, gözlerine inanamaz gözlerini ovuşturursun. Bu ‘şey’i izlediğimde de aynen kulaklarımın ve gözlerimin sağlığından şüphe duydum. Adına tören denilen ama benim diyemediğim ‘şey’de Anadolu’da yüzyıllardır yapılan bütün Mevlevî ayinlerinin kuralları yerle bir edilmişti.

Bakın mutlaka herkesin bilmesini isterim ki ben bu meselenin uzmanı değilim. Fakat ben bu toprakların manevi atmosferinden, gelenek ve göreneğinden nasiplenmiş sade bir vatandaşım. Benim sadeliğim de kültürel anlamda sadık öğretilerimizin durduğu yerdir. İnanın bu töreni benim midem kaldırmadığı gibi her inançtan ve anlayıştan insanın da yadırgayacağını düşünüyorum.

Mevlevî mukabeleleri ney taksimi ile başlar burada böyle bir şey duymuyoruz. Farsça bir “naat” ve bunu güftesi Farsça olan âyinin takip ettiğini biliyoruz. Naat ve ayin de tuhaf bir tarzla Türkçeleştirilmiş. Müzisyenlerin ve semazenlerin içerisinde kadınları da görüyoruz. Yedi yüzyıllık gelenekte olmayan kadın ve erkeğin birlikte ibadeti de burada var. İşin en acısı Kur’an-ı Kerim’in Türkçe meailinin makamlı bir şekilde okunuyor oluşuydu. Ezanın Türkçeleştirildiği ve toplum üzerinde travma yaratılan o yılları hatırladık ve tüylerimiz diken diken oldu.

Bize deniliyor ki  Mevlevi geleneği diye bildiklerinizi unutun şimdi sizin için yeni bir sayfa açılıyor. Bunu diyen kişi bir vakıf ya da düşünce kuruluşunu temsil ettiğinde bizim için bir sorun oluşturmamalı. Fakat devlet kurumunun aracılığıyla böyle bir ‘şey’in icrası başka bir bağlayıcılıktadır. Bizim kültürümüzde ne olduğu ve neyin değişip dönüşebileceği açıkken toplumun ve kültürel değerlerin kılcal damarlarıyla oynamak içerisinde başka niyetler aratıyor.

Kur’an-ı Kerim evrenseldir ve her dilde yazılıp okunabilir. Kaldı ki âyinde Farsça okunan naatlar da Allah kelamı değil. Burada bir zikir var ve bu geleneksel olarak yüzyıllardır tatbik ediliyor. Buradaki en büyük sorun bizi resmi anlamda temsil eden İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin buna imza atmış olmasıdır.

Böyle bir ‘şey’i izleyen herkes ne oluyor devrim yıllarına mı dönüyoruz demez mi? Bir belediyenin öncülüğünde yapılıyorsa elbette der. Toplumun her kesiminin birlikte izlediği Mevlevî âyini konusunda bile ayrışıyoruz. Toplum değil birey olmayı tercih ediyoruz. Aslına bakarsak o kadar güzeliz, o kadar biriz ve beraberiz ki bizi yine biz çirkinleştirebiliyoruz.