Hayatımız boyunca hem yanlış yaparız hem de yanlış yapanları uyarırız. Çünkü beşeriz, şaşarız. Birileri şaşınca da “Uyarmak görevimizdir” deyip uyarırız. Birimiz bir şeyin yanlış olduğunu söylediğimizde, çoğunlukla “Bana göre yanlış” demek isteriz. Eğer ortak doğrular söz konusu ise, yalan söylemek, hırsızlık yapmak vb, o zaman şahıs zaten yanlışının farkındadır. Kendisine göre olan bir gerekçe ile o yanlışa düşmüştür. Konu ne olursa olsun, karşımızdakini uyarma pozisyonu söz konusuysa, o zaman seçtiğimiz kelimeler, ses tonu ve konuşma biçimimize çok dikkat etmeliyiz. Uyarırken“Ben biliyorum sen bilmiyorsun”, “Sen nasıl bu hatayı yaparsın”, “Beni hayal kırıklığa uğrattın”, “Sen zaten busun”, “Artık sana güvenmiyorum” şeklindeyse, bu uyarı fayda yerine zarar verir.

Uyarının amacı yanlışı göstermek olmalı kırmak değil

Aslında uyarmak, iyi niyetin bir göstergesidir ve amacımız yanlışını fark ederekterk etmesidir. Bu durumda seçtiğimiz kelimeler de bu amaca hizmet etmeli. Fakat toplum olarak yanlışını fark edip terk etme düşüncesi yerine, kendisi ile adeta savaşa gireceği cümleler kuruyoruz. Çünkü kullanılan dil aşağılayıcı, yargılayıcı ve suçlayıcıdır bu da şahsın kendisini kötü ve değersiz hissetmesine sebep olur. Yanlışını görmekten ziyade, bu şekilde konuşana kırılır, kendisini suçlar, kendisine güveni zayıflar ve bu psikolojiyle hata yapma riski artar. Dolayısıyla yanlış üslup maksadın dışında bir etki oluşturmuş olur. Bu tarz devam ederse, yapma denilen şeylere daha çok yaklaşır ve kendi içinde kırgın, küskün, iletişimi kopuk bir halde yaşamaya başlar. Mevlâna hazretleri, “Haklı da olsan doğrudan nasihat kişiyi yaralar” buyuruyor. Yaralanan kişi yaralayandan uzaklaşır böylece iletişim koparak en doğru mesajlar bile usul üslup yanlışlığından dolayı, sanki kayanın üzerine su dökmüşüz gibi kayar gider, tesir etmez.

Hem kırmak hem de kırıldı diye suçlamak insanın hakikatini bilmemektendir

Aslında kendini görmeyen başkalarını daha çok görür. İnsanın hakikatini, beşer olduğunu, her zaman hata yapma, yanlışa düşme riski bulunduğunu, davranışlarımızla buna sebebiyet vermememiz gerektiğini bilmemiz gerekir. Bir birimizin hukukumuza uygun bir şekilde ihtiyaçlarımızı giderip değerli hissettirmekten sorumlu olduğumuzu hep aklımızda tutmalıyız. Dilimizi doğru kullanmak önce niyet sonra bilginin eseridir. Konuştuğumuzda karşımızdakini kırıyorsak, söylediğimiz şeyin ne kadar anlamlı olduğu önemini kaybeder. Taptuk Emre’ye atfedilen bir sözde, “Usulsüz vusul olmaz”deniyor. Yani, bizi maksada ulaştıracak bir yol ve yöntemimiz olmalı. Bunun olmaması maksadın dışında bir zarar oluşturabilir.

Kırmak; kendindeki zararlı duygu ve düşünceyi dışarı taşımaktır.

Kırılandan önce kıranın varsa niyet bozukluğunu ve ilâveten üslup sorununu halletmesi gerekir. Konu ne olursa olsun, kimsenin kimseyi kendilik algısını bozacak derecede olumsuz etkilemeye hakkı yoktur. Eleştirinin dozu, eleştirenle yakınlığı ve bunun ne kadar sürdüğüne göre, eleştirilen insanı ömür boyu bu aşağılamanın zararını çekmeye mahkûm edebilir. Bu da, Allah’a (cc) vereceğimiz hesabın zorlaşmasına sebep olur.