Kültür, toplumların yüzyıllar boyunca yaşadığı maddi ve manevi değerler bütününü açık bir havzada sağlıklı bir şekilde gürül gürül akıtabilmesidir. Kültür, o kadar hassas bir meseledir ki tüm ideolojik saplantılardan bağımsız bir şekilde yürütülmek zorundadır. Kültür, kısa vadede maddi olarak kazandırmayabilir ama uzun vadede bizden iki yüz sene sonra yaşayacak torunların mirasını koruma ve değer katma olgusudur. Turizm ise günlük ideolojilere kurban edilebilecek, maddi değerlerin ön planda olduğu ve bacasız sanayi nitelendirmesiyle endüstriyel ve kapital bir sıfatı içerisinde barındırır.

Bu iki kavramın farklılıklarıyla birlikte yıllardır düşündüğüm ve içerisinden çıkamadığım konu Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndaki Kültür ve Turizm alanlarının aynı çatı altında bulunması meselesi olmuştur. Bakanlığın Kültür Sanat Bakanlığı ve Turizm Bakanlığı adlı iki farklı bakanlığa dönüşmesi kültürün de turizmin de verimli olarak yoluna devam etmesine olanak sağlayacaktır.

Bakanlık meselesine bu şerhi koyduktan sonra bir kültür sanat organizasyonunun turizme ne kadar güzel bir katkı sunabildiğine bakalım.

Kovid 19 pandemisinin oluşturduğu atmosfer ile birçok kültür sanat organizasyonunun kabuk değiştirerek devam ettiğini görüyoruz. Salgın devam ettikçe müzik dünyası da turizm gibi can çekişiyor. Tabi ki bu durum umutsuzluğu değil yeni arayışları getiriyor.

Cumhurbaşkanlığı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda “7 Tepeden 7 Kıtaya” projesiyle İstanbul’da özel bir konser programı başlatmıştı. Bu konser programı benim için o kadar özeldi ki İstanbul’un müziğine tekrar sarılmama vesile oldu. Binlerce yıllık tarihe sahip bu özel şehrin her bir taşından başka bir armoni yankılanıyordu. Doğu ve Batı’nın kavuşma noktası olan Boğaz Köprüsü’nde dünyaca ünlü piyanistimiz İdil Biret’ten “İnsanlık Senfonisi” eserini dinlemek şehrin yüzyıllardır hep gönül inşa ettiği gerçeğini hatırlatıyor, Dolmabahçe Sarayı’nda tanburi Özer Özel ve kemençe sanatçısı Aslıhan Özel’den Mesut Cemil Bey’in Nihavend Saz Semaisi’ni dinlemek ise ruhumuzu bir asır geriye seyahat ettiriyordu. İstanbul’un eşsiz manzarasıyla İstanbul’un renkli müziklerinin dans ettiği bu görüntüleri dünyanın birçok noktasından izlendiğinde turizme büyük bir katkı sunacaktır. Bu konserler global çapta bir fırtına kopartabilecek nitelikteyken neden istenilen etkiyi yakalayamadık? Bu konuda özeleştiri yapmamızda fayda var.

Cumhurbaşkanlığı, bu kez de Türkiye’nin farklı şehirlerindeki kültür hazinelerimizde düzenlediği konserlerle tarih içerisinde derin bir yolculuğa çıkarırken birbirinden değerli sanatçıları bizlerle buluşturacak. Bu buluşmalar öyle anlamlı yerlerde olacak ki konserlerden sonra mutlaka o yerlere gitmek isteyeceğiz.

Afrodisias Antik Tiyatrosu’nun inanılmaz atmosferinde Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, Hacı Fehim Efendi, Hakkı İbrahimhakkıoğlu ve Belkıs İbrahimhakkıoğlu’nun şiirleri üzerine Şirin Pancaroğlu ve Bora Uymaz tarafından projelendirilen Marifetnâme adlı Tasavvuf Musikisi Konseri gerçekleşecek.

Kapodokya’nın özel manzarasında Ferman Akgül ve Ethnic Band konserini izleyenlerin, Patara Antik Kenti’nde Serkan Çağrı ve Balkan Ensemble & Elif Buse Doğan’ı dinleyenlerin özel atmosferlere sürükleneceğini düşünüyorum.

Türkiye’nin ilk müzesi olan İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde Mazhar Alanson’dan Sarı Laleler’i dinlemeyi merakla bekliyorum. Tabii ki benimki güzele olan merak ve ruhumu tatmin etme isteği.

Fakat bu proje turizmin can çekiştiği bu Korona günlerinde Dünya’ya büyük bir çağrı aracı olamaz mı? Sosyal medya ve TV kanallarında bu konserleri vermenin yanında dünya medyasında da ciddi bir tanıtım yapılması çok özel bir kültür sanat takipçisine ulaşmamıza vesile olacaktır.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın özel ve estetik çabalarıyla oluşturulan bu projeyi gönülden destekliyorum.

Sağlıkla ve müzikle kalın.